Uçurtma avcısı
İkiz kulelerin vurulmasının hemen ardından ABD’nin
Afganistan’ı işgaliyle birlikte Afganistan’da kadınların gördüğü baskıları,
tecavüzleri konu alan yüzlerce roman ve film yayınlandı. Afgan menşeli
Amerikalı yazar Halid Hüseyni’nin ilk romanı ‘Uçurtma Avcısı’nda çocuklara
karşı yapılan tecavüzleri güya özgür dünyaya anlatıyordu. Yine TİME’ın meşhur
Taliban tarafından uzuvları kesilen Afgan kadını fotoğrafı da bu gayeye hizmet
ediyordu. ABD’nin 20 yıllık işgali Afganistan’da kadın ve çocukların hayatlarını
bir milim ilerletmedi, Aksine işgalcilerin ırzlarına geçtiği, işkence ile
katlettikleri kadınların ve çocukların sessiz çığlıklarını kimse duymadı ama
başta lityum olmak üzere ülkenin 3 trilyon dolarlık serveti yıllar yılı
işgalciler tarafından çalındı.
Irak’a nükleer ve kimyasal silahlarını bulmak için girerek
1,5 milyon insanı öldüren ABD’nin bulduğu tek şey Saddam’ın hazinesi oldu. Saddam’ın
ve Irak Merkez Bankası’nın altınları ve rezerv paraları ABD’liler tarafından çalındı.
Süreçte, ABD askerleri ve işbirlikçilerinin yaptıkları binlerce tecavüz,
öldürme, işkenceyi görmeyen göstermeyen batı menşeli kamuoyu oluşturucularının kendilerine
direnenleri kadın düşmanı ve tecavüzcü olarak göstermelerine alıştık.
Arap Baharı adı verilen CİA operasyonu Tunus’ta bir
pazarcının kendisini yakmasıyla başladı. Ortadoğu coğrafyasında taş üstünde taş
bırakılmadı. Sadece Mısır’da yapılan cinayetler, işkenceler, tecavüzleri
dünyanın bütün kalemlerini toplasanız yazmaya takatiniz kalmaz.
Arap Baharının bir devamı olarak Suriye’de iç savaş yine bir
grup gencin sloganı, ardından tutuklanan gençlerin annelerine atılan namus
iftirası ile başladı. Süreçte, kadın ve çocuklara karşı işkenceler, tecavüzler
had safhadaydı. Avrupa ve ABD’lilerin Suriye’nin
milyarlarca dolar kaynağının çalmalarına meşruiyet sağlanması için özellikle
DEAŞ’lılar tarafından nikahlanan Ezidi kadınları mazeret gösterildi. Öte yandan
PKK/YPG teröristleri gibi ABD işbirlikçilerinin milyonlarca Suriyeli çocuk ve
kadını sözde silah altına alma bahanesi ile namuslarını kirletmesi kimse
tarafından görülmezken DEAŞ’lıların nikahı kirleten evlilikleri birer foto
roman olarak uluslararası kamuoyunu işgal etti.
Dünyada her yıl 40 milyon çocuğun istismara uğradığı
belirtilirken, ABD, İngiltere, Almanya, Rusya ve Hindistan çocuk sapıklığının
kol gezdiği ülkeler arasında başı çekiyorlar. Her 4 çocuktan birinin istismar
edildiği dünyada İngiltere’den Singapur gibi güney Asya ülkelerine çocuk
tecavüzü turları düzenleniyor. Avrupa’nın ortasında Hollanda ırzlarına geçilen
çocuklar için bir suç cehennemi durumunda, Hristiyanlığın merkezi Vatikan’da
bile her yıl onlarca çocuk tacizi ve tecavüzü haberleri yankılanırken İslam
ülkelerine yapılacak operasyonların alt yapısını kadın hakları ve çocuk
tecavüzü gibi konular oluşturuyor. Batılıların bu sapkınlıkları karşısında
kimsenin sokaklara çıktığı, hükümetleri istifaya davet ettiği. Adalet sistemine
saldırdığı görülmedi. Pedofili kardinallere göz yuman Papa bile bir özrü bile
çok gördü.
CİA, İran’a düzenlediği son operasyonunun bahanesi Mahsa
Amini isimli bir kadın. Bu kadın üzerinden iffet, tesettür ve hicap karşıtı
kampanyalarla İslami değerler dejenere edilerek İran’ın dinamikleriyle
savaşılıyor. Gezi ihanetinde LGBT’nin bayraktarlık yapması meselenin ağaç
dikmek değil insan dürtmek olduğunu, ufacık çocukların LGBT olabileceği
sapkınlığını güya bir insan hakkı olarak topluma dayatmak istediklerini gözlemledik.
Ha keza bir başka ihanet süreci 28 Şubat’ın baş aktörleri Fadime Şahin’inden
Sisi’sine kadar çocuk, kadın, nikah olaylarının nasıl istismar edildiğini
yakinen yaşadık. Mehmet Kutlular’ın kızının Taksim’de bir gece kulübünde
uyuşturucu ile öldürülmesi hadise si de FETÖ’cülerin kendilerine biat
ettiremedikleri bir grubu ve liderini pasifize etme metodu olarak çıktı
karşımıza.
TBMM, başörtüsü ve ailenin korunması amacıyla anayasa
değişikliğe hazırlanırken Haziran ayında hukuka intikal eden, savcılığın ve
ilgili tüm birimlerin müdahil olmasına rağmen bir konunun gündeme getirilerek
bunun üzerinden, malum cemaate, hafızlık müessesesine, dini eğitime, ilgili
bakanlığa, adalet sistemine, hükümete salvoların yapılmasının arkasındaki
amacın bir mazlumun hakkını korumak değil, oluşacak kaos ve kargaşadan
nemalanmak olduğunu CHP Ataşehir İlçe Başkanlığı’nın ‘Hiranur Vakfı’nın kaçak
yapılarına göz yumup belediye kaynaklarıyla destek olanların ve çocuk
istismarına karşı tavır almayanların farkında mısın Ataşehir? Mesajıyla
öğrenmiş oldum. Gezi alçaklığında da bu müptezellerin devletin kurumlarını nasıl
hedef aldıklarını attıkları seri mesajlarda izlemiştik.
Birilerinin apuş arasından ülkeyi gerçek çocuk
istismarcılarına (batı)’ya teslim etme, başörtüsü ve ailenin korunmasına karşı Soros
kampanyasında alt yapı oluşturma, terör ve Yunan gibi maşalar tarafından ülke
tehdit edilirken Suriye operasyonunu durdurma, Yunanistan’ın tehditlerine boyun
eğdirmeyi amaçlayan bu kampanyaya karşı uyanık olalım. Adalet en seri şekilde
işletilerek suçlu var ise zaten cezasını alır.
Türkiye’de oluşan her türlü olumsuzluğun vebalini Erdoğan’a
yüklemek isteyenlerin, devlet tecrübesi olan liderlerin kolay yetişmediğinin
farkında olmamaları mümkün değil. Erdoğan gitsin de ne olura olsun kafalılara
tarihten bir anekdot bırakalım. Malum, İkinci Murat, fethin ışıklarını gözlerinde
gördüğü Sultan Mehmet Han daha 12 yaşında iken tahtı bırakmış. Bunu fırsat
bilen Macar Kralı ve Karamanoğullarının iştahaları alevlenmiş, Osmanlı’ya darbe
vurmak için Avrupa’da büyük bir ordu toplanmıştı. Fatih daha o yaşta babasına
yazdığı mektupta ‘Sultan sen isen ordunun başına geçerek tecrübenle bu
tehlikeyi bertaraf et, yak sultan ben isem sana emrediyorum ordunun başına geç
ve bu tehlikeyi bertaraf et” fermanını yayınlamıştı. Varna’da tecrübenin
kazandığı zafer yüzyıllar boyu Balkanlar ve Doğu Avrupa’yı Türk yurdu yapmıştı.
Her türlü olumsuzluğa rağmen Türk Yüzyılına gebe olan çağımızda dümende
tecrübeli kaptanların bulunmasını istemeyenlerin sosyal kaosu körüklemek için
diktatörlük iddiası olmadı yolsuzluk, ekonomi, kur atağı, enflasyon olmadı
çocuk tacizi ile seçmenin kafasını karıştırma girişimini traji komik bir
şekilde seyrediyoruz.
Üç çeşit seçmen vardır. Dünya’da yaşananları gören ve bilen
Cumhur ittifakının omurgasını oluşturan sağ duyulu seçmen. Kafası karışık
olmasına rağmen hakikatler anlatıldığında hakikatten yana olan vicdan ve ahlak
sahibi her partideki vatansever seçmen. Batıdan daha çok batıcı, kafirden daha
çok kafir, bu millet ve bu milletin her türlü değeriyle mücadeleyi kendine iş
sayan seçmen. Bu tür her ne kadar toplumun yüzde 10’unu bile oluşturmasa da
kirli hedefine çoğunluğu oluşturan kafası karışık seçmeni kandırarak, gözünü
boyayarak ulaşmaya çalışıyor. Filmin sonunda, Afganistanlılar, Iraklılar,
Suriyeliler gibi eyvah demeden Allah diyelim. Ülkemizin, birliğimizin ve
dirliğimizin kıymetini bilelim. Bizim ülkemizde de ‘uçurtma avcısı’ romanları
yazdırmayalım. Vesselam…..