Üç Nokta…
Köre tarif, sağıra feryad etsen de faydasız.
Kardan, borandan,
sağanak yağmur ve fırtınalardan sıyrılıp yılın ilk cemresinin damıtıldığı güzel
havalara merhabalar olsun
efendim. Eprimiş yüzümüz,tarumar olmuş saçlarımız bu bahar dinginliği ve zenginliği içinde yorgunluğunu atar mı bilmem. Az ötede
yaz sıcakları, kızgın güneşli
havalar, çöl sıcakları ve haliyle
kum fırtınaları bizleri beklemekte.
Uzaktan bakınca tabiatın, uzaydan bakınca kainatın muhteşem ahengi
karşısında biz dünyalıkların
kopardığı fırtına günümüzde
hiç de ahenkli değildir. Ütopik, platonik, morfolojik sıfatlarla
kuşatılmış aşklarımız, hayatımız ve davranışlarımız. Mazeretlerimizin çokluğu ahenksizliğimizi daha da
artırmaktaydı.
Ruhumuz ve bedenimizle kola içmediğimiz
günlere geri dönersek, yayık ayranın her türlüsüne müşteri olabilirsek duygularımızı
anlamlandıran acılar da hüzünler de mutluluk harmanında anlam kazanmış
olacak. O zaman hayata bakışımız net olacak. Her ne kadar netlerimiz düşük,
notlarımız kırık olsa da.
Sosyalleşelim derken sosyal medyanın kurbanı olduk. Yorgun kaldırımlarda
yalnızlığımızı paylaşıp duruyoruz ha bire. Sanal ortamların sahte
kabadayıları,nezaketsiz kızları mürailik
yarışında önde gidiyorlar. Ah
nerede o hüzne ve gözyaşlarına bulanmış edebî mektuplar, asker mektupları ve diğerleri.
Bana bir mendil gönder/
Ucunu işle, gönder/
İçine
üç elma koy/
Birini dişle, gönder.
şimdilik anlık mesajlar, pandemi kurallarına uyulmuş bir düzende daha da sağlıksız bir duruma düştü.
Vukufsuzluğumuz vüzuhsuzluğumuzdandır,
diyordu bir büyüğümüz.
Aslında tabiat ve kainat karşısnda ahenkli olmak ya da olmamak, göreceli bir meseleyi de beraberinde getirmektedir.
Meselenin fizik ötesine
baktığımızda hayat gemimiz sessizce yol almaktadır. İçinde kavgalarımız, gürültülerimiz, bağırıp çağırmalarımız bu yolculuğa engel değildir.
Bizim bu hayat gemisindeki kargaşamız, Mevlana Celaleddin Rumi'nin "kamış" metaforuyla yani olgun insan, "insan-ı kamil" istiaresiyle ne güzel örtüşüyor. Ney, kamışlıktan koparıldığından beri inlermiş. Bir insan da daha bebek iken doğum vaktinde ilk olarak ağlarmış. Hatta ağlamasa yakınları sırtına hafifçe vururlar ki ağlasın. Ağlamak, bebeğin sağlıklı olduğuna da bir delilmiş. Ve nihayette insan-ı kamil Allah'a vardığında yani ruhlar alemine erdiğinde susarmış. Neyin de nihai amacı asıl vatanına yani neyistana (kamışlık) varmakmış.
Eskilerin bir tabiridir. Anlamını bilmesek de ahengi bize epeyce yol götürür.
"Fi vatan-ı asliyye"
Bütün bunlardan sonra Mevlana Celaleddin
Rumi'nin yardımına Yahya Kemal Beyatlı koşar ve "Sessiz Gemi"
şiirinde
"Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden
sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her
biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler
geçti; dönen yok seferinden."
Diyerek sessiz gemisine binmiş ve sessizce yol almıştır.
Tefekkür
baharını beklerken tefekkür
buharına yakalanmayalım. Kaybedenlerin şiirini okumak bize çok şey kaybettirir. Köre tarif, sağıra feryad etsen de faydasız.
Bize düşen Attar'ın şu
duasına-şiirine- el kadırıp dua etmektir.
"Ey kendisinden başka bir var olmayan
Ey herkesin feryadına ancak kendisi yetişen
Benim imdadıma yetiş!
Benim elimi sen tut."
...