Üç kuruşa satmayın sarımsak tarlasını!
Baba ve oğlu konuşuyorlarmış. Babası oğluna sormuş: “Oğlum kaç tane dostun var?” Oğlan da cevap vermiş: “Belki yüzlerce ...” Babası, oğluna açıklamış: “Bak oğlum, insanın bir sürü arkadaşı olabilir ama yüzlerce dostu olamaz. Dost dediğin diğer arkadaşlara benzemez. İnsanın hayatı boyunca ancak bir ya da iki tane dostu olabilir” demiş.
Oğlan “saçma” demiş: “Benim bir sürü dostum var ve hepsi beni sever ve her zaman bana yardıma koşacaklarına eminim.” der. “Öyle mi?” demiş babası. “O zaman gel seninle bir test yapalım.”
Adam birkaç tane tavuk kesmiş ve başka birkaç ıvır zıvırla birlikte bir çuvala doldurmuş. Çuvaldan kanlar akıyormuş. “Şimdi git, bu çuvalı arkadaşlarına götür ve onlardan yardım iste. Çuvalı birlikte bir yerlere gömün” demiş.
Oğlan çıkmış yola, bir arkadaşının kapısını çalmış, arkadaşı elindeki kanlı çuvalı görünce çocuğun yüzüne kapıyı kapatmış. Gittiği tüm dost bildiği başka arkadaşları da bir daha onlarla konuşmamalarını, görüşmemelerini rica etmişler. Çünkü hepsi çuvalın içinde bir ceset olduğunu sanmış.
Oğlan, yüzü allak bullak olmuş bir halde babasına dönmüş ve olanları anlatmış. Babası: “İşte senin arkadaşlarının dostluğu bu kadar. Şimdi al bu çuvalı benim dostuma götür” demiş.
Oğlan tekrar sırtlamış çuvalı, düşmüş yola. Babasının dostu kapıyı açıp, oğlanı ter içinde, elinde kanlı bir çuvalla görür görmez etrafa şöyle bir bakmış ve hemen almış içeriye. “Sen Ahmed’in oğlusun değil mi?” demiş. “Evet” demiş oğlan. “Ver elindekini” diyerek çuvalı almış. Arka bahçeye çıkarmış, arka bahçede bir çukur kazıp çuvalı gömmüş. Oğlana su ikram etmiş. Bu arada yetmemiş, gömdüğü yer belli olmasın diye sarımsak ekmiş oraya.
Oğlan “ben artık gideyim” demiş. Adam da “Babana söyle sarımsak tarlasına gözüm gibi bakıyorum” demiş. Oğlan gitmiş babasına durumu anlatmış, “Gerçekten senin dostun varmış benim ise sadece sıradan arkadaşlarım…” demiş. “Yok daha bitmedi” demiş babası; “Şimdi tekrar git, dostumun kapısını çal ve açar açmaz yüzüne okkalı bir tokat yapıştır.” Oğlan “Olur mu hiç öyle şey!” demiş. Babası “Olur olur, ancak o zaman anlayacaksın dostluğun ne demek olduğunu” diye cevap vermiş.
Oğlan çaresiz, utana sıkıla tekrar düşmüş yola. Kapıyı çalmış. Babasının dostu kapıya çıkar çıkmaz da “Babamın size iletmek istediği bir şey var” demiş. “Nedir o?” demeye kalmadan oğlan okkalı bir tokat yapıştırmış babasının dostunun suratına. Üzülmüş bir yandan da, nasıl vurdum diye.
Babasının dostu demiş ki, “Benim de babana iletmek istediğim bir şey var. Söyle o babana biz bir tokada satmayız, koskoca sarımsak tarlasını.”
İşte böyle. Oğlan o zaman anlamış dostluğun değerini ve babasının “Yüzlerce arkadaşın olacağına bir dostun olsun yeter” derken ne demek istediğini.
Mevlana’nın anlattığı ibretlik çok güzel bir hikâyeydi bu. Maalesef günümüzdeki arkadaşlıkların birçoğunu kıyaslayacak olursak; makam, mevki, maddi çıkar, kişisel hırs, siyasi ego ve menfaatler çok ön planda.
Hal böyle olunca ne arkadaşlıklarda samimiyet ne de dostluklarda kalıcılık oluyor. En ufak bir olumsuzlukta hemen her şey bitebiliyor. Maalesef siyasette de dava tanımı ve hassasiyetlerin değiştiği, menfaatin davanın önüne geçmeye çalıştığı, dava arkadaşı diyerek kimsenin kimseye candan destek olmadığı dönemlerden geçiyoruz. Birçok kimse “Buna destek olursam nasıl bir menfaatim olur” diye bakıyor. Menfaat ve siyasi getirimi bitenlerin davası da muhabbeti de ve dostluğu da bitebiliyor.
Evet, gerçek dostlar yıldız gibidir, karanlık üzerinize çöktüğünde ilk onlar kendini gösterir. Size kol kanat olur. Yazık ki dünyanın en vefalı siyasetçilerinden olan Başkan Erdoğan’a karşı bugün cephe alanlara, kazanmaktan ziyade kaybettirmeye, indirmeye çalışanlara. Koltuklar altın tepside sunulunca “eyvallah, çok güzel”, koltuklar el değiştirince “yok vallah, bas feryadı.”
Dostluklar işte böyle imtihanlarla sınandıkça güçlenecektir. Ve hakiki dostlar ortaya çıkacaktır. Başkan Erdoğan’ın sırtından, siyasi bakiyesinden yıllarca en kıyak makamlara gelen, makamlar gidince feryadı basan, cephe açanlara diyorum ki “Bu dava kökleri derinde olan bir çınar ağacı gibidir. Gün gelir yaprak döker, dallar budanır ama gövde heybetinden bir şey kaybetmez. Dallar yine uzar, yaprak yine açar. Gelin üç kuruşa satmayın sarımsak tarlasını.”