Uç kırıldı, uç!..
İstanbul, Aksaray’da güzelim bir eser, Vâlide Camii…
Küçükken avlusunda oynardık, oradan iyi malzeme çıkardı, en kıymetli gazoz kapakları o civarda bulunurdu, çocukluğumuzu yaşardık oralarda.
Sonra sonra…
İzdivacımızın “duası” orada yapıldı, bizde böyle bir hatırası da var Vâlide Camii’nin.
Sonra sonra…
O civarlara bir haller oldu, oralar perişan oldu.
Alkol, fuhuş, tedhiş bataklığı haline geldi o civarlar.
Biz de uzaklaştık oralardan, izzet ü ikbal ile.
Geçtiğimiz günlerde…
Seçim öncesi ve sonrasının havasını solumak için İstanbul’a varmışken ve yolumuz da Vâlide’nin oralara düşmüşken “Namazımızı bizim camide eda edelim.” dedik.
Hem ziyaret hem ticaret kurnazlığı işte…
Şarjımız da yüzde 1’e inmiş, caminin elektriğinden biraz doldurmak da plân dâhilinde.
Girdik camiye.
Müsait priz galiba bir taneydi, onun da yanında bir beyefendi, namaz kılıyordu.
Şöyle bir kıvrılarak, namazdaki beyefendinin önüne geçmeme hassasiyetiyle yanındaki prize taktık fişimizi.
Sonra da namaza.
Derler ki, “Arap kaşınır, Türk düşünür” namaz kılarken, bizim problemler de çözüm için namazı bekler…
O halde eda ettikten sonra “seferî” namazımızı, doğru bizim prize.
Baktık, yüzde 5’i bulmuş, “Adam olana çok bile” diyerek çektik ki…
Başımızda bir beyefendi…
Dedi ki;
“Bu elektriği kullanmanız doğru değil, burası Vakıf malı hükmündedir.”
O anda…
Ruh halim nasıl idiyse, ağzımdan “Beni mi gördünüz!”e benzer laflar çıktı.
Biraz konuştuk.
Beyefendi “Emekli Cami Görevlisi” olduğunu söyledi ve gitti.
Ben, yine aynı havalarda, “Hay Allah’ım, caminin önünde neler oluyor, bu beyefendinin taktığı şeye bak!” gibi bir düşünce içinde, gaflet işte, bizde yok değil ya.
O halde “mekân”a geldik, bu sefer “şüphesiz” olan kaynaktan şarj işlemine devam etmeye yeltendik.
Baktık şarj etmez, olan da bitti mi sana…
Bir saat sonra da önemli görüşmemiz var, buluşma yerini tespit için cep telefonu şart.
Buluşacağımız kişinin numarasını bilmiyoruz ki başka yerden arayalım.
Sıkıntı büyük, şarj etmiyor, şöyle bir kurcalarken kabloyu…
Çaaaat…
Ucu kırılıyor!
Ben ayazda.
Telaşla koşuyorum, telefoncuya.
Yakında var mı, yok mu derken…
Şükür, buluyorum.
Buluşma yolunda aklımda “Emekli cami görevlisi.”
Elimde de ucu kırılmış kablo.
O zat kimdi, şimdi nerede?..
Helâllik istemek lâzım da…
Nereden bulacaksın?
Hatan söylendiğinde, söyleyene kızıveren nefsini nasıl durduracaksın?
Her “hatanı” söyleyende suç…
Ve neticemiz:
Uç kırıldı, uç!..