''Üç Daire'' Prensibi
Bugün ABD ve İngiltere’nin genel tavırlarını anlayabilmek için geçmişten günümüze süregelen ilişkileri/gelişmeleri doğru anlamalı ve anlamlandırmalıyız.
İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan ortamda İngiltere ve ABD, 1957 yılında yaşanan Süveyş Krizi’ne kadar büyük oranda müttefik konumundaydılar. Bu dönemde geçen hafta bu köşede yazdığım “Churchill Misyonu” başlıklı yazıma da pekiştirecek ve günümüz gelişmelerini anlamlandırmamızı kolaylaştıracak bilgiler mevcuttur.
Öncelikle Churchill’in ortaya koyduğu “üç daire” prensibi olarak bilinen ve İngiltere’nin izlemesi gerektiğini savunduğu dış politika anlayışından bahsetmek gereklidir. “Üç Daire” prensibi; İngiltere’nin imparatorluk bakiyesi milletleri bir çatı altında toplayan “İngiliz Milletler Topluluğu”nu tesisini ve devamlılığını sağlamak, ABD ile stratejik ortaklığı tanımlayan “Transatlantik Anglosakson Ekseni” sürdürülebilir kılmak ve Avrupa’da ki gelişmeler/kararlar üzerinde belirleyici olabilmek hedeflerini içerir.
Brexit’i sonuçlandırmak için başbakanlığa gelen/atanan Boris Johnson ile başlayacak olan dönem bu hedeflere dönüş için yeni bir ivmelenme dönemi olacaktır. Zira İngiltere’nin Brexit sonrası küresel sistemde ABD ile birlikte daha fazla ortak hareket etme ihtimali çok yüksektir. Brexit ile İngiltere’nin ABD ve AB arasında kalma dönemi belirli oranda nihayetlenecek ve “Transatlantik Anglosakson Eksen” güçlenmeye başlayacaktır. Yani İngiltere ile ABD’yi daha fazla birlikte okuma noktasında olmamızı sağlayacak bir gelişme olacaktır.
Bir örnek vermek gerekirse; İngiltere ve ABD’nin, İran konusunda son dönem adımları geçmiş dönemlerdeki ortak tavırları ile önemli oranda örtüşmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası 1951 yılında göreve gelen Muhammed Musaddık, İngiltere’nin, İngiltere Denizcilik Bakanlığı’nın malı olan bir şirket olan Anglo-İranian Oil Company eliyle ülkesinin petrollerine el koymasına itiraz etmiş ve şirketi millileştirmişti. Bu hamle Musaddık’ın iki yıl sürmeden CIA destekli bir darbe ile devrilmesine neden olmuştu. Darbenin arkasından ABD ve İngiltere devirdikleri Musaddık’ın yerine darbede kendilerine maşalık yapan General Fazlullah Zahedi’yi getirmişler ve yeniden İran üzerindeki etkinliklerini büyük ölçüde tesis etmişlerdi. Benzer bir akıbet OPEC aracılığı ile petrol fiyatlarına artış yapmak isteyen Şah Rıza Pehlevi’nin de başına gelmişti. Ve yıllar sonra yine batı basınında çıkan belgelerle İngiltere ile pazarlıklar sonucu ülkesine döndüğü ortaya çıkan Humeyni dönemi başlayacaktı...
O dönem Pehlevi’nin yıkılması ABD basınında şöyle yer bulmuştu; “Eşitsiz gelir dağılımından, yoksullaşmadan, kültürel yozlaşmadan ve baskılardan rahatsız olan İran halkının organizasyonu...”
Bugün gelinen noktada da; devşirdiği bölgesel yönetimler ortaklığı ile Ortadoğu’yu İsrail eksenli olarak yeniden dizayn etmek isteyen ABD/Trump yönetimi İngiltere ile birlikte İran üzerinde yeniden tam hegemonya kurma hedefindedirler. İran mezhepçi tavrı, bölgeyi tehlikeye sokacak idealleri ile bir “sorun” teşkil ediyor olsa da ABD ve İngiltere’nin bölgesel menfaatleri doğrultusunda hedef olması kabul edilebilir bir durum değildir.
ABD ve İngiltere; İran üzerinde iki seçenekli hedef belirlemiştir. Öncelikle geçtiğimiz yıl yoğun olarak desteklediği ekonomik kriz temelli bir iç kargaşa ile yönetimin değişmesi, bunu başaramazsa Suriye ve Irak’ta ki İran güçlerine yapılacak müdahaleler ile başlayacak olan “vekalet savaşları”nın devamında, devşirdiği bölgesel yönetimler eliyle (Suudi Arabistan, BAE, Mısır vs) kısıtlı da olsa doğrudan bir müdahaledir. Nihai amaç ise İsrail menfaatleri ile birlikte dünya piyasasını düzenleyecek şekilde İran’ın toprak altı zenginliklerini denetim altına almaktır.
Churchill’in ortaya koyduğu “Üç Daire” prensibi bugün şayet iç dinamiklere kurban gitmezse Trump’a ve İngiltere’de yeni başa gelen/atanan Johnson’a misyon olarak yüklenmiştir. İran’a karşı ortaya konan tavır bu misyonun sadece bir ayağıdır. Bu üç prensip çerçevesinde önümüzdeki süreçte birçok yeni adım/gelişme göreceğimiz muhakkaktır.