\u2026ÇÜNKÜ DİN DİYOR (!)
Son zamanlarda yaşanan olaylar dolayımıyla din ya da özelde İslam, "aşırı söylem" diyebileceğimiz bir kullanım bolluğuna kavuşturulduktan sonra, tüm edimlerin meşrulaştırılmasında ciddi işlevsel roller yüklenen ve işte tam da bundan dolayı itibarı örselenen bir fenomen olma mahiyetini kazanmıştır maalesef. "Peki "aşırı söylem" ifadesi ile kastımız nedir? Olur olmaz her şeyin dinle gerekçelendirilme talebinden doğan dinsel söylem bolluğu. Doğrusu, bu kullanım biçimleri İslami argümanları olabildiğince ciddiyetsizleştirdiği gibi, onun ağırlığını da azaltmaktadır.
Müslümanlar birden her yerde beddua kelimelerini kullanmaya, birbirlerine beddua etmeye başladılar. İlk önce Hocaefendi'nin beddua klipleri yayımlandı. Facebook'ta ona ironi yapan görüntüleri dışarıda tutsak bile, ardından gazeteciler, yazarlar, facebook'tan karşılıklı taraftarlar birbirlerine farklı üsluplarla beddua etmeye başladılar. Tam da bu konuşulurken, bunun bir mülaane olduğu ve Kur'an'da karşılığının olduğu tartışılmaya başlandı. Bunu izleyen farklı görüşten insanlar, gayr-ı Müslimlerin aklında kalan İslam imajı ne olmuştur acaba? "Müslümanlar arasında küfür ve bedduaların, dinin bir emri ya da rutin bir konuşma biçimi olduğu" gibi bir düşünce mi onlarda hasıl olmuştur?
Sanki adını Mülaane koyunca ve Kur'an'dan karşılığını bulunca yapılan işler ve lanetleşmeler meşruiyet mi kazanıyor? Hani İslam'ın nezaket, kibarlık, hayır ve en önemlisi selamet anlamları nerede? Demek ki iktidar ve erk söz konusu olduğunda, bunların hepsi bir kenara bırakılıp fabrika ayarlarına geri dönülüyormuş. Nasıl olsa Kur'an ve Sünnet'ten yapılan işe bir karşılık bulunur.
Her attığı adımda Kur'an ve Sünnet'i bir meşruiyet gerekçesi olarak kullanan bu zevat, İslam'ı olabildiğince kamuoyunun nezdinde itici bir hale getirdiğinin farkında mı acaba? Adam pahalı arabaya binecek, hemen Rasülullah'ı yardıma çağırıyor? İslam'ı ne alet ediyorsun kardeşim. Evet, ben bu arabaya bineceğim de ve geç. İkinci hanım alacak; zaten yanında ayet ve hadisleri hazır. Dolayısıyla bir bakıyorsun Müslümanlar açısından içinde yaşanılan dünyanın koşulları bir itiraz konusu olmaktan çok, ayet ve hadislerle Tüketim toplumunun mezesi haline geliyor.
J. Krishnamurti, "Tanrı" sözcüğünün çok kullanılması ile Tanrısallıktan uzaklaşma arasındaki ilişkiyi dikkat çeker: "Tanrı hakkında çok konuşuyorsunuz değil mi? Kitaplarınız Onunla doluu2026 Sözcükleri yineliyorsunuz, ama hareketleriniz Tanrısal değil, değil mi? Tanrı dediğiniz şeye tapmanıza karşın, yollarınız, düşünceleriniz, varlığınız Tanrısal değil, öyle değil mi? Tanrı sözcüğünü yinelemenize karşın, başka insanları sömürüyorsunuz, sömürmüyor musunuz? u2026 Tapınaklar yapıyorsunuz, zengin oldukça daha çok tapınak yapıyorsunuzu2026Yalnızca zengin olmaya çalışıyorsunuz. Hepsi bu" (J. Krishnamurti, Tanrı Üzerine, Çev. Deniz Demirdöven, 2. Baskı, İst., Ayna Yay., 2000, ss. 68-69) Dolayısıyla İslami aşırı söylem bir yabancılaşmaya sebep oluyor. Oldukça ironik bir durum. Halbuki İslam yabancılaşmayı aşmanın en temel ögesi olmalıydı.
Tam da burada zamanımızın bilge kralı Aliya İzzet Begoviç'in şu sözünü hatırlayalım: "u2026Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır." Aliya, İslam'a dair üç anahtar kavramın altını çizmektedir. Bunlar "asalet", "güzellik" ve "onur."
Bu gerilim, kavga, dua ve bedduaların ardından elde kalan bakıyeye bir bakıyorum da, şu soruyu sormadan edemiyorum. "Müslümanlar bu süreçte İslam ile bu anahtar kavramlar arasında pozitif ilişkiler kurulmasına destek verecek bir imaj ve görüntü bırakabildiler mi?"