Tutunmak!
Ne çok ihtiyacımız olan, ömrümüzün her anında yaşadığımız veya yaşamak istediğimiz bir duygudur.
Önce rahim duvarına tutunmak
mücadelesiyle başlar bu iş. Oraya tutunmak için verdiğimiz mücadele müthiş bir
hayat mücadelesidir. Büyük bir savaştan çıkmış ve bütün rakipleri geride
bırakmış başarısıyla rahim duvarına tutunarak var edilmek ilk heyecan ve
zaferimiz gibidir. Kovanda bal olmak ve bal yapmak için var edilme mücadelesi
veren arılar gibi.
Rahim duvarına tutunduktan
sonra heyecanımız üst düzeydedir. Hatta bu heyecan başımızı öyle döndürür ki, yavaş
yavaş oradan ayrılmamızı gerektiren bir varoluşla suyun içine doğru yol alışın bizi
beklediğini dahi fark edemeden düşeriz suyun içine.
İçinde olduğumuz suyla
aynı maddeden yaratıldığımızı bilmediğimizden boğulmaktan kurtulmak için bir
anda çırpınmaya başlarız. Tam orada boğulacakken hayat elimizden tutar. Suyun
içinde ve sudan bir parçacık olarak farklı bir şekil verdirilir bize.
Büyüdükçe yerimizde
durmamaya ve tutunma ihtiyacımızı aşikâr bir şekilde ortaya koyan hareketler
yapmaya başlarız. Nihayet içinde olduğumuz maddenin dışında, mahiyetini
bilmediğimiz bir bağla yeniden rahime tutunuruz. Çileğin ipiyle toprağa
bağlandığı gibi biz de rahimdeki bağla bizi taşıyanın biyolojik ve ruhi
duygularının sudur ettiği bedene bağlanır dururuz. Bedenimiz büyüdükçe bağımız
da kuvvetlenir zannıyla ve dahi kendimizi güvende hissederek anne denizinde yüzmeye
devam ederiz.
9 ay 10 günlük ömrümüz
tamamlanınca tutunduğumuz bağın koparılacağı, anne denizinde yüzmenin
nihayetleneceği bize hissettirilir. Bu denizdeki yaşamın sonuna geldiğimizi, buradan
gönderilmek istendiğimizi anlarız. Çaresiz bir durumda kaldığımızı bu defa anne
rahmini tekmeleyerek dile getiririz. Kısa bir uğraştan, acı ve nefessiz
kaldığımız kısa bir yolculuktan sonra tutunduğumuz dal koparılır ve yeni bir
ortama gönderiliriz.
Yalnızız burada ve çok
ağlamaktayız. Çünkü geldiğimiz yerde tutunduğumuz bir dal, yaşadığımız dar bir
alan vardı. Gittikçe alanımız daralsa da memnunduk yerimizden yani su içindeki
ıslak halimizden.
Evet fark eder olmuştuk
yerimizin çok daraldığını, tutunduğumuz dalın ve kaldığımız yerin başkaca da
konaklayanlarının olacağını. Olsun yine de memnunduk tutunduğumuz rahimdeki
rahmetten. Sonunda tutunduğumuz o dalda gitti elimizden.
Her an bir yere tutunmak
zorundadır insan. Alimallah boşlukta sallanmak heder olmak anlamına gelir. Hele
çok büyük bir boşluk olan anne rahminin dışındaki bu yer ne ürkütücü görünüyor.
Çarnaçar yine karşımıza tutunacak dal annemizin göğsü bilhassa süt
tulumbacıları oldu her boşlukta kendimizi hissettiğimizde.
Evet annemizi tutunuyorduk
lakin bir boşlukta idik. Her hareket edişimizde bir yerlere savruluyorken
etrafımızı bu defa sertçe çevreleyen şeylere çarpıp duruyorduk. Ne olduğunu
anlayamadan ağlıyor, imdadımıza koşan annemize tutunarak sakinleşmeye
çalışıyorduk.
Biz büyüdükçe tutacağımız
azalarımız yetkin olmuş tutunacağımız şeylerin çeşitliliğini fark etmeye
başlamıştık. Fakat her defasında annemize kısacası ebeveynimize tutunmayı bir
ayrı içselleştiriyorduk. Onun ne yüce tutunacak bir bağ olduğunun ayırdına
varıyorduk. Yeni bir şey tutmayı deneyimlemek aslında öze doğru bilhassa o
büyüleyici başlangıca doğru yol almak anlamında gibi geliyordu bana.
Ebeveynimiz haricinde tutunduğumuz
her şey yerinde durmuyordu. Ya vefasızca ya da imkânların kifayetsizliğince
bizi terk edip gidiyordu. Çaresizce tekrar anne limanına demir atarak
tutunuyorduk.
Önce bedenimizi fark ettik.
Aymazca bazen de arsızca ona tutunmaya başladık. Ebeveynlerimizi umursamazca ve
bize verdikleri onca tutunma imkânlarını unutarak başka şeylere tutunmaya
başladık. Mesela yaramazlığımıza ve yaşımızın yaşattıklarına tutunduk. Bir
müddet sonra yetmez oldu bunlar. Sonra âşık olduklarımıza, dost bildiklerimize
tutunduk. Burada biraz da mutlu olduk. Sonra onlar da yetmedi. Ardından makama
ve paraya tutunduk. Bu tutunduklarımız hep dert oldu. Nihayet karşı cinsimizden
bir insana tutunduk. Bir aile kurduk ki bu hayata tam tutunalım diye. Fark
edemedik o zamanlar bir şeyi. Bu son tutunduğumuzun da bizi kısa süre sonra
terk edeceğini. Çünkü hayat onların hepsinin tutunduğu bir şeydi. O tutunulan
hayat da bir gün bizi tutmaktan vaz geçecekti.
Mesela denizin boşluğunda,
gecenin karanlığında, ormanın kuytu köşelerindeki sessizliğinde, musibetlerin
çaresizliğinde, esaretin kayıtlarının merhametsizliğinde, zulmün dehşetli
eziciliğinde hep tutunmak isteriz bu yetersizliğimizden bir yeterliliğe
çıkaracak kudretin ipine.
Ve nihayet ve nihayet
tutunduğumuz her şey ama her şey bir bir kopmaya, bizi terk etmeye başlar.
Tutunamayız artık tutunduklarımıza.
Önce bedenimiz pörsümeye,
dişlerimizle beraber saçlarımız dökülmeye başlar. Çarelerini buluruz geçici
olarak.
Sonra kuvvetli bağlarla
tutunduğumuz sevdiklerimiz bırakmaya başlar bizi. Çoğu sırasıyla bir kısma
beklenmedik bir anda tutunduğumuz dal olmaktan çıkar. Hele tutunduklarımız
arasında olunca ebeveynlerimiz dünyadaki tutunamayanların en acizi oluveririz. Yaşamaya
devam ederiz matemimizi melankoliye çevirmemek için.
Sonra sıkı sıkıya
tutunduğumuz gücümüz-iktidarımız ve iştihamız da yavaş yavaş terk etmeye başlar
bizi. Tamamen tutunamaz olduk derken bu defa birilerinin bize tutunduğunu fark
ederiz. Bu fark edişle tekrar tutunuruz bize tutunanlara. Lakin ne biz eski
tutunanlardanız ne de tutunduklarımız o eskilerdendir.
Son dönemeçte hayat ölüme
tutunur, ölüm de hayata! Bir daha ölmemek, daima hayata tutunmak için vesselam...