Dolar (USD)
35.26
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2966.83
BIST 100
9844.81
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Tutunmak!

Ne çok ihtiyacımız olan, ömrümüzün her anında yaşadığımız veya yaşamak istediğimiz bir duygudur.

Önce rahim duvarına tutunmak mücadelesiyle başlar bu iş. Oraya tutunmak için verdiğimiz mücadele müthiş bir hayat mücadelesidir. Büyük bir savaştan çıkmış ve bütün rakipleri geride bırakmış başarısıyla rahim duvarına tutunarak var edilmek ilk heyecan ve zaferimiz gibidir. Kovanda bal olmak ve bal yapmak için var edilme mücadelesi veren arılar gibi.

Rahim duvarına tutunduktan sonra heyecanımız üst düzeydedir. Hatta bu heyecan başımızı öyle döndürür ki, yavaş yavaş oradan ayrılmamızı gerektiren bir varoluşla suyun içine doğru yol alışın bizi beklediğini dahi fark edemeden düşeriz suyun içine.

İçinde olduğumuz suyla aynı maddeden yaratıldığımızı bilmediğimizden boğulmaktan kurtulmak için bir anda çırpınmaya başlarız. Tam orada boğulacakken hayat elimizden tutar. Suyun içinde ve sudan bir parçacık olarak farklı bir şekil verdirilir bize.

Büyüdükçe yerimizde durmamaya ve tutunma ihtiyacımızı aşikâr bir şekilde ortaya koyan hareketler yapmaya başlarız. Nihayet içinde olduğumuz maddenin dışında, mahiyetini bilmediğimiz bir bağla yeniden rahime tutunuruz. Çileğin ipiyle toprağa bağlandığı gibi biz de rahimdeki bağla bizi taşıyanın biyolojik ve ruhi duygularının sudur ettiği bedene bağlanır dururuz. Bedenimiz büyüdükçe bağımız da kuvvetlenir zannıyla ve dahi kendimizi güvende hissederek anne denizinde yüzmeye devam ederiz.

9 ay 10 günlük ömrümüz tamamlanınca tutunduğumuz bağın koparılacağı, anne denizinde yüzmenin nihayetleneceği bize hissettirilir. Bu denizdeki yaşamın sonuna geldiğimizi, buradan gönderilmek istendiğimizi anlarız. Çaresiz bir durumda kaldığımızı bu defa anne rahmini tekmeleyerek dile getiririz. Kısa bir uğraştan, acı ve nefessiz kaldığımız kısa bir yolculuktan sonra tutunduğumuz dal koparılır ve yeni bir ortama gönderiliriz.

Yalnızız burada ve çok ağlamaktayız. Çünkü geldiğimiz yerde tutunduğumuz bir dal, yaşadığımız dar bir alan vardı. Gittikçe alanımız daralsa da memnunduk yerimizden yani su içindeki ıslak halimizden.

Evet fark eder olmuştuk yerimizin çok daraldığını, tutunduğumuz dalın ve kaldığımız yerin başkaca da konaklayanlarının olacağını. Olsun yine de memnunduk tutunduğumuz rahimdeki rahmetten. Sonunda tutunduğumuz o dalda gitti elimizden.

Her an bir yere tutunmak zorundadır insan. Alimallah boşlukta sallanmak heder olmak anlamına gelir. Hele çok büyük bir boşluk olan anne rahminin dışındaki bu yer ne ürkütücü görünüyor. Çarnaçar yine karşımıza tutunacak dal annemizin göğsü bilhassa süt tulumbacıları oldu her boşlukta kendimizi hissettiğimizde.

Evet annemizi tutunuyorduk lakin bir boşlukta idik. Her hareket edişimizde bir yerlere savruluyorken etrafımızı bu defa sertçe çevreleyen şeylere çarpıp duruyorduk. Ne olduğunu anlayamadan ağlıyor, imdadımıza koşan annemize tutunarak sakinleşmeye çalışıyorduk.

Biz büyüdükçe tutacağımız azalarımız yetkin olmuş tutunacağımız şeylerin çeşitliliğini fark etmeye başlamıştık. Fakat her defasında annemize kısacası ebeveynimize tutunmayı bir ayrı içselleştiriyorduk. Onun ne yüce tutunacak bir bağ olduğunun ayırdına varıyorduk. Yeni bir şey tutmayı deneyimlemek aslında öze doğru bilhassa o büyüleyici başlangıca doğru yol almak anlamında gibi geliyordu bana.

Ebeveynimiz haricinde tutunduğumuz her şey yerinde durmuyordu. Ya vefasızca ya da imkânların kifayetsizliğince bizi terk edip gidiyordu. Çaresizce tekrar anne limanına demir atarak tutunuyorduk.

Önce bedenimizi fark ettik. Aymazca bazen de arsızca ona tutunmaya başladık. Ebeveynlerimizi umursamazca ve bize verdikleri onca tutunma imkânlarını unutarak başka şeylere tutunmaya başladık. Mesela yaramazlığımıza ve yaşımızın yaşattıklarına tutunduk. Bir müddet sonra yetmez oldu bunlar. Sonra âşık olduklarımıza, dost bildiklerimize tutunduk. Burada biraz da mutlu olduk. Sonra onlar da yetmedi. Ardından makama ve paraya tutunduk. Bu tutunduklarımız hep dert oldu. Nihayet karşı cinsimizden bir insana tutunduk. Bir aile kurduk ki bu hayata tam tutunalım diye. Fark edemedik o zamanlar bir şeyi. Bu son tutunduğumuzun da bizi kısa süre sonra terk edeceğini. Çünkü hayat onların hepsinin tutunduğu bir şeydi. O tutunulan hayat da bir gün bizi tutmaktan vaz geçecekti.

Mesela denizin boşluğunda, gecenin karanlığında, ormanın kuytu köşelerindeki sessizliğinde, musibetlerin çaresizliğinde, esaretin kayıtlarının merhametsizliğinde, zulmün dehşetli eziciliğinde hep tutunmak isteriz bu yetersizliğimizden bir yeterliliğe çıkaracak kudretin ipine.

Ve nihayet ve nihayet tutunduğumuz her şey ama her şey bir bir kopmaya, bizi terk etmeye başlar. Tutunamayız artık tutunduklarımıza.

Önce bedenimiz pörsümeye, dişlerimizle beraber saçlarımız dökülmeye başlar. Çarelerini buluruz geçici olarak.

Sonra kuvvetli bağlarla tutunduğumuz sevdiklerimiz bırakmaya başlar bizi. Çoğu sırasıyla bir kısma beklenmedik bir anda tutunduğumuz dal olmaktan çıkar. Hele tutunduklarımız arasında olunca ebeveynlerimiz dünyadaki tutunamayanların en acizi oluveririz. Yaşamaya devam ederiz matemimizi melankoliye çevirmemek için.

Sonra sıkı sıkıya tutunduğumuz gücümüz-iktidarımız ve iştihamız da yavaş yavaş terk etmeye başlar bizi. Tamamen tutunamaz olduk derken bu defa birilerinin bize tutunduğunu fark ederiz. Bu fark edişle tekrar tutunuruz bize tutunanlara. Lakin ne biz eski tutunanlardanız ne de tutunduklarımız o eskilerdendir.

Son dönemeçte hayat ölüme tutunur, ölüm de hayata! Bir daha ölmemek, daima hayata tutunmak için vesselam...