Tutuk kulluk
Kulluk yürüyüşümüzü tehdit eden en ciddi
handikaplardan biri de tutuk kalma halimiz diyebiliriz…
Ne demek istiyorum? Tutuk Müslümanlığımızı masaya
yatırmamız gerektiğini düşünüyorum…
Edilgenliğimizi, pasifliğimizi, paslanmışlığımızı,
donukluğumuzu, içe kapanmışlığımızı gözden geçirmezsek zamanla bu durumu
kanıksar ve kader bilmeye başlarız…
Niçin atak değil tutukuz? Atılgan değil tutulganız?
İçimizde kıvılcımlar çıkmıyor… Ruhumuzdaki enerjiyi aksiyona
dönüştüremiyoruz?..
Tüm kapasite ve kabiliyetlere rağmen kararlılık gösteremiyoruz…
Yoksa kendimizi keşfetmede mi acze düştük? Çamurumuzdaki cevheri gün yüzüne
çıkarmada mı geciktik?
İki ara bir derede kalışımız, bocalamamız,
çekingenliğimiz, ürkekliğimiz, üşengeçliğimiz doğrusu insanı ürkütüyor…
Bu durum özgüven yetmezliği midir? Sosyal fobi midir?
Davranışsal bozukluk mudur? Asosyalleşme midir? Zafiyet midir? Hastalık mıdır?
Gerçekten neyin nesidir?
Bir salgın gibi hayatımıza sirayet ediyor… Tutukluluk
halleri zamanla takıntıya dönüşüyor… Tutuk kişiler bir yerden sonra tamamen
zorunlu tercihlerin mahkûmu olmaya başlıyorlar… Mukavemet, muhalefet, müdahale
güçleri kalmıyor… Aktif hale getiremediği yetenekleri de körelmeye yüz tutuyor…
Potansiyel enerji harekete geçmeyince kişiye de
kimseye de hayrı kalmıyor…
Devinimsiz, dirençsiz, eylemsiz, hareketsiz hayatlar
çürümenin ve çözülmenin habercisidir…
Yeterli, becerikli, kültürlü, bilgili, ama tutuk… Bir
türlü gün yüzüne çıkmayan güzellikler var. Kendini, derdini, davasını, davetini
ifade etmekte tıkanan, zorlanan, sıkılgan insanlarımızın sayısı gün geçtikçe
sanki artıyor…
Ağır, aksak bir yürüyüşteyiz…
Düşüncede, davranışta, duruşta, davette direnişte
gözle görülür tutukluluk halleri kaygı veriyor…
Bu durum huyumuzdan mı, hevamızdan mı?.. Yoksa nefsani
tutkularımız mı bizi tutuklaştırdı?
Tutuşmuyoruz ve tutuşturamıyoruz… Yoksa tükeniyor
muyuz?
Özneliği gitmiş nesneler miyiz?
Dahası sadece bireysel değil toplumsal tutukluk riski
altındayız… Tutkun yığınlar oldukça yorgun…
Sosyal anksiyete salgın ve yaygın… Tedavisi, telafisi,
terapisi nasıl olacak bilemiyorum…
Bir diğer acı gerçeklik şudur; dünyalık hedeflerimizde
pek de tutuk değiliz!.. Sıra dava ve ukbaya gelince bir türlü bitmeyen kronik
tutukluk halleri tezahür ediyor…
İslami sorumlulukları kuşanmaya, salih amellerde
bulunmaya sıra gelince ıkıntı basıveriyor, kitlenip kalıyoruz… Bir türlü hamle
yapamıyor, adım atamıyoruz… Güzel eylemler gözümüzde büyüdükçe büyüyor, bir an
önce başlama başarısını gösteremiyoruz… Aslında bir başlayabilsek sorun büyük
çapta çözülmüş olacak…
Şu tutukluğumuzu üstümüzden atabilsek, üstümüze sinen
bu ruh halinden kurtulabilsek birçok şeyin değiştiğini görebileceğiz…
Marufta pasiflik, münkerde aktiflik bize yakışmıyor…
Günahta atak, sevapta tutuk bize göre hiç değil…
Artık silkinmek zorundayız… Güzel hedefler için hamle
günlerindeyiz…
“Haydi felaha” çağrısı ile hayırda yeni
bir format atmak durumundayız.
Rabbimiz bize soruyor:
“İman
edenler için hâlâ vakit gelmedi mi? Kalplerin Allah’ın zikrine ve inen hakka
saygı ile ürperme vakti…’’ (Hadid,16)
Gerçekten vahiyle dirilebilsek kim tutar bizi?
Evet, bizden istenen; aksiyon, azim, aşk ve adanmışlıktır…
Tuttuğunu koparan, gözü kara, atak ve aktif
Müslümanlara her zamandan daha fazla ihtiyaç var bugün…