Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Kasım 2023

Türkü hikâyesiz olmaz

Türküler, halk edebiyatının en zengin alanlarından biridir. Türkçe söylenmiş şiir olarak tarif edebileceğimiz ‘Türkü’ kelimesinin ‘Türkî’ yani Türk’e ait olandan geldiği görüşü yaygındır. Nasıl bir hayat tarzına sahip olursak olalım hiç fark etmez herhangi bir yerde “Kul olayım kalem tutan ellere / Kâtip arzuhâlim yaz yâre böyle” sesini duyduğumuzda dinlemeye başlar veya dünyanın tadından bıktım sözlerinin de geçtiği Kirpiklerini ok eyle /Vur sineme öldür beni” sözlerine mırıldanarak eşlik ederiz.

Toplumun kültür hazinesi türküler, yaşanmış acı bir olay için ya da sevinçli bir durum için, sebebi her ne olursa olsun, söylenmiş güzel şiirlerdir. Gönülden gönüle uzayıp giden bir yol olan türkülerde her insan kendine ait bir şeyler bulabilir.

Türkülerle ilgili araştırmalarda bilinmeyen tarafları, hikâyeleri ortaya çıkarılarak günümüz insanına yaşanmışlıkların arkasında olan bitenin neler olduğu ortaya çıkarılmaktadır.

Türküler, aşk, kahramanlık, ayrılık, ölüm, tabiat, güzellik, gurbet gibi konu çeşitliği bakımından oldukça zengindir ki, ölüm, hastalık, doğal afetler gibi acı, üzücü olayların ardından söylenen ezgili sözlere ağıt diyoruz.

Türküler besteli şiirlerdir. Türküler; ezgilerine, konularına ve yapılarına göre çeşitli başlıklar altında toplanabilir. Ezgilerine göre bozlak, hoyrat, kayabaşı, oyun havaları gibi isimlerle anılırken konularına göre aşk türküleri, doğa türküleri, çocuk türküleri, kahramanlık türküleri, askerlik türküleri gibi isimlerle anılır.

Kültürümüzün ayrılmaz parçası türkülerin vazgeçilmez olmasının nedeni, yazılmalarının ardındaki hikâyelere yakından bakalım; Türkülerin hikâyeleri hakkında anlatılanların hangisi doğru kesin olarak bilinmemekle müzik tarihçilerimizin yaptıkları çalışmalar önemlidir. Askerdeki oğlu için ağlayan bir annenin acısı ‘İki keklik bir kayada ötüyor’ türküsünde anlatılırken baharda madımak toplayan kadınlarımızın ‘Madımak pişer oldu/ Tencerem taşar oldu/ Günde yediğim şamarlar/ Bir iken beşer oldu’ derken ‘Hastane önünde incir ağacı, Doktor bulamadı bana ilacı’ sözleriyle hastane bahçesinde hüzünle dolaşan insanları seyrettiğim aklıma düşer. Ya ‘Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar’ özellikle kına gecelerinde gelini ağlatmak için söylenen türküler arasında yer alan türkümüzün hangi yöreye ait sorusuna Edirne diyebiliriz.

Geçim derdiyle yaşayan ailelerin bireyleri, iş imkânlarının geniş olduğu büyük şehirlere özellikle de İstanbul’a çalışmaya gider senelerce kalırlarmış. Memlekette bıraktıkları eşleri, çocukları ve sevdikleri gurbet yolunu gözlermiş. ‘Yârim İstanbul’u Mesken mi tuttun / Ağam İstanbul’ u mesken mi tuttun aman / Gördün güzelleri beni unuttun aman / Beni evinize köle mi tuttun aman’ diye ağıt yakan kadınlar şimdi de var mıdır?

Yazımızın sonuna doğru okumamızı biraz farklılaştıralım mı?

‘Evlerinin önü bulgur kazanı / Herkes sever okuyanı yazanı / Kimse sevmez meyhanede gezeni’


Ya da Canı kaymak isteyen mandayı yanında taşır’ atasözümüzü şarkısında seslendiren Barış Manço’yu hatırlatıp ‘Manda yuva yapmış söğüt dalına’dan ‘Sabahınan erken çifte giderken öküzüm torbadan düştü gördün mü?’ ile noktalamadan Tiridine tiridine bandım / Bedava mı sandın para vidim aldım’ derken çocukluğumda dinlediğim Zekeriya Bozdağ’ın ‘İlimon ektim taşa ilimon /Bitmedi kaldı kışa’ diyerek türkülerin kendine has yürek yakan hikâyesi vardır diyoruz ve’s-selam.