Türkler Cumhuriyetçi mi?
Cumhuriyet’in 100. Yılını kutlarken ülkemizdeki
cumhuriyetçiliğin ahvaline şöyle bir göz atmak istedim.
Bugünlerde cumhuriyetin olması gerektiği kadar çoşkuyla
kutlanmadığını iddia eden grup için Cumhuriyet demokrasi demektir. Pek çoğu
cumhuriyetten bahsettiğinde aslında halkın kendi kendini yönetmesi daha doğrusu
kendini yönetecekleri seçebilmesi anlamına gelen demokrasiden bahsetmektedir.
Oysaki, cumhuriyetin tek tanımı hükümranlığın babadan oğula geçmemesidir. Bu
anlamda kan bağı ile yönetici belirlemenin ortadan kalkmasıdır.
Yani hem bir krallığa hem de demokrasiye sahip olmanız da
mümkündür ki buna anayasal monarşi veya demokratik krallık denir, öte yandan
Cumhuriyet olup demokratik bir yapıya sahip olmamak da mümkündür. İngiltere,
Avusturalya, Hollanda, Belçika, Norveç, İspanya, İsveç, Japonya, Malezya
kendilerine özgü nüans veya farklarla Cumhuriyet olmayan demokratik
krallıklardır. Öte yandan İran, Küba, Vatikan, Çin, Afganistan ise demokratik
olmayan cumhuriyetlerdir.
Konunun özü, bir hükümdar ailesine sahip olup olmamakla
ilgilidir.
Geleneksel saltanat, krallık, monarşilerde kan bağı ile güç
devri, insanlar için en az maliyetli, daha kestirme ve pratik bir çözüm olarak
görülmüştür. Muhtemelen de bu sebeple insanlık tarihi boyunca insanlar yaygın
olarak bu sistemi desteklemiştir.
Ancak modern dönemde
bir aile içinde bitmeyen kavga ve entrikalara şahit olmak veya kamu huzur
bulsun ve devlet zarar görmesin diye kardeş veya akraba katline mecbur
kalmaktansa insanlar, rekabetin birbiriyle akraba olmayan adaylar arasında
yaşandığı bir sistemi ve gücü kendi seçtikleri kişiye devretmeyi tercih
etmektedir. Modern dönemde, bu insanlara daha az zararlı ve daha çok huzurlu ve
faydalı gelmektedir. Ancak bu bizim başka türlü entrikalarla karşı karşıya kalmadığımız
anlamına gelmiyor.
Benzer entrika ve güç savaşlarına bir de bitmeyen bir yaz
boz hali, yerleşik bir düzen kurmakta, gelenek oluşturmada zorluk, her yeni
seçilen kişiden sonra tekrar baştan başlama ve mesafe kat edememe,
soyutlaştıkça kendisine karşı mücadele etmesi güçleşen bir iktidar yapısıyla
karşı karşıya kalıyoruz.
Hatta mevcut dünyada açıktır ki kimi cumhuriyetler, bazı
demokratik krallıklardan daha hantal ve ağır işleyen bir bürokrasi ve sisteme
sahiptir.
Bugün Müslümanların bazılarının monarşi ile bir problem
yokken diğer bir grubunun iktidarın kan bağı ile babadan oğula geçmesine
tamamen karşı olduğunu görüyoruz. Bu anlamda babadan oğula bir sistem yerine
liyakat ve seçime dayalı bir sisteme inanlar, oldukça cumhuriyetçidirler.
Ortalamanın üzerinde olmakla beraber çoğu insan grubu gibi
Türkler de lider odaklı bir millettir. Lider odaklı herhangi bir sistem onların
genel yapısıyla uyumludur. Türkler genel olarak işleri kısa yoldan ve hızlıca
halletmeyi sever. Bu anlamda tekrar tekrar yapılabilen seçimlere gidilmesi
Türkler tarafından fazlasıyla angarya olarak görünebilecekken Türkler seçimlere
hiç de angarya olarak bakmamakta tersine hayat memat meselesi gibi
yaklaşmaktadır. Peki neden?
İlk kurulduğu yılları demokratik olmayan, seçimlerin var
olmadığı bir Cumhuriyet olarak geçiren Türk millet, sonraki süreçte demokratik
seçimleri, dinini ve kimliğini korumanın en büyük aracı olarak algılamış, bu
sebeple de kendisine demokratik olmayan bir Cumhuriyet deneyimleten bu tek
partiye nerdeyse hiçbir zaman oy vermeyerek onu asla iktidara taşımamıştır. Her
ne pahasına olursa olsun her daim, onun karşısında olan partiye yönelmiştir.
Sadece bu nedenle bile Türkiye’de seçime katılım oranının hep çok yüksek
olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de geniş halk kitleleri kesinlikle hala tek adam
yönetimini seviyor, temsil hakkını bir aileye devredip, onu en iyi şekilde
yedirip, içirip, giydirip kendisine en iyi eğitimli ve donanımlı liderleri
yetiştirmesini ve kendisini temsil etmesini bekliyor. Bu çok daha pratik ve
kolay geliyor. Tıpkı dindar ve iyi çocuk yetiştirme vazifesini kolayca Kur’an
kurslarına veya cemaat ve tarikatlara devrettiği gibi…
İngiltere, Norveç, İsveç gibi anayasal krallıklarla
kıyaslanamayacak kadar geride olduğunu hissediyor ve dünya tarihindeki
macerasında Cumhuriyet dönemini en başarılı olduğu dönem olarak kabul etmiyor.
Bu sebeple anılarına tutunuyor ve gecmişi özlüyor. Bu, geniş halk kalabalıkları
için kesinlikle geçerli bir durum.
Peki güya cumhuriyetçi olduğunu iddia eden o bir avuç
azınlık için de bu durum geçerli mi? Onların da kalpleri kendi tek adamları,
‘kralları’ için atmıyor mu?
Onlar için belki daha da fazla geçerli tek adam özlemi.
Onlar da kendi bakış açılarına paralel ve ömrü boyunca seçime gitmemiş, seçim
görmemiş bir tarihi figürü göklere çıkarıp onu özlüyorlar ve bakış açıları hiç
de cumhuriyetçi falan değil.
Bu tek adamcılık ve bu özdeşleşme ilginçtir. Türkiye’de
kemalizmin yüksek tonlu sosyal sözcülüğünü, çoğunluğunu ata yurdu torakları
savunamayıp Türkiye’ye göçmek zorunda kalan ve bu kaybetmişliği Balkan
hemşericiliği ile harmanlayarak kemalizmde eriten Balkan Türkleri veya
Müslümanları oluşturmaktadır. Balkan hemşericisi, vatan müdafaasında başarısız
olmuş göçmen Kemalistlerle, yerli bir avuç kurucu kadroya yakından baktığımızda
da hararetli ve tutkulu bir cumhuriyet düşkünlüğü ve savunuculuğu görmüyoruz.
Oturup konuşunca onların da cumhuriyeti, secimi falan
sevmediklerini hatta kendi istedikleri seçilmediğinde seçilenlerin asılması
veya öldürülmesini desteklediklerini veya eli sopalıların güce metazori el
koymasını, balkonlarından yarı bellerine kadar sarkarak alkışladıklarına şahit
oluyoruz.
Onların da sadece tek bir adamın güç sahibi olduğu -ve bence
padişahlık ve saltanat dönemindekinin aksine yanında yöresinde onu
kısıtlayabilen ne bir insanın ne de yerleşik bir kurumun bulunmadığı-
demokratik seçimlerin söz konusu bile olmadığı bu seçimsiz dönemi özlediklerini
görüyorsunuz. Bugüne dek bu insan grubu arasından kendi istedikleri kişi(ler)
seçimi kazanamasa da cumhuriyeti veya demokrasiyi öven tek bir kişiye henüz
rastlamadım.
Bu tek adamlı dönem öylesine mitik bir dönem ki, net olarak
cumhuriyet tarihi kafalarında ikiye ayrılıyor: Muhteşem tek adam dönemi ve
gerisi.
Nasıl ki ekseri çoğunluğun kalbi hala ‘kralımız diye
atıyorsa, gazino kralları, futbol kralları… adım başı bir kral seçmekten
kendilerini alamıyorlarsa- onların da kalpleri de kendi tek adamları için
atıyor. Onun cocuğu veya bir ailesi olsaydı muhtemelen bu defa da o aile için
atıyor olacaktı.
Yani biz Türkiye cumhuriyetindeki insanların kalbi genel
olarak hala ya iyi ve kötü bir sürü padişah çıkarmış bir ailenin hükümdarları
veya o aileyi sürmüş, kendisi tek adam olmuş başka bir tek adam için atıyor.
Kısacası yapılan hareket benzer fakat tercih edilenler farklı. Bize bunu bir
hanedan çekişmesi olarak tecrübe ettirmeyen şey, birinin soyunun devam etmemiş
olması, o kadar… Bu resmin de ne kadarının bu insanları mazilerine ve eski
rejime döndürmemek üzere böyle olduğu tartışma konusu.
Ama iki grubun ruh hali, söz ile neyi desteklerse
desteklesin, çok benziyor.
Bir grup 100 yılda sadece tek bir iyi ‘tek adam’ (hadi 1.5
diyelim) çıkarabildiğine inanıyor, diğeri tüm millet tarihleri boyunca birden
fazla ve ondan daha iyilerini çıkardığına ve bundan sonra da çıkarabileceğine
inanıyor.
Bir grup bu bir kişi dışındaki tüm yöneticilerin yetersiz
olduğuna inanıyor, o bir taneyi rol model kabul ediyor, diğer grup ‘yok biz
daha iyilerini daha çok sayıda çıkardık ve onlar bize daha çok benzeyen ve
yapıp etmeleriyle daha çok bizden kabul ettiğimiz insanlardı’ diyor.
Ama günün sonunda iş gelip güçlü bir lider figürüne
bağlanıyor. Bu anlamda iyi bir biçimde işletilen, secimle gelen güçlü bir
liderlik sistemini Türkiye için çok ideal buluyorum. (Peygamberimizin erkek
çocuklarının yaşamamasını ve bir hanedana dönüşememesini de çok hikmetli
buluyorum). Seçimle başa gelen güçlü liderlik sisteminin bugün en çok başkanlık
sistemine denk düştüğüne şüphe yok. Bu sistemin henüz bizim ölçülerimize,
üzerimize, tarihimize, yönetim geleneğimize uygun hale getirilmediğini düşünmemekle
beraber bu durumu anlıyorum da, çünkü 100 senedir köksüz bir ağaç gibi savrula
savrula yaşatılan bir milletin bu işleri tam olarak düzenlemesi ve düzeltmesi
zaman alacaktır.
Tarih sahnesinde bin yıllardır var olan bu millet daha nice
bin yıllar görecektir, daha evvel kurduğu devletler gibi bu devletin de daha
nice yüzlere daha da güçlenerek erişmesini temenni ediyorum. Nice yıllara…