Türkiye'nin 'Yörünge' Sorunu
Yıllardır Türkiye'nin neden bir eğitim politikası yok? diye bir soru sorulur. Bu soru, aslında sadece eğitim alanında değil, başka alanlarda da sorulan bir sorudur ve nihayetinde şöyle bir genelliğe ulaşır: "Türkiye'nin aslında bir politikası var mı?" Çünkü gündeme hangi konu gelirse gelsin, onun çok kolaylıkla bir yörünge ya da daha tanıdık bir kelimeyle ifade edecek olursak "eksen" tartışmalarıyla ilintisi kurulur. Aslına bakılırsa sorun büyük oranda Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren farkındalık oluşturan "yenilgi" psikolojisinin ardından "batılılaşmacı" politika(sızlık)lar çerçevesinde meydana gelmiştir. Bir başka deyişle, batılılaşma politikası, her alanda Batı'yı takip gibi ilmi temelleri olmayan bir politika(sız)lıktan beslenmiştir. İbn Haldun'un, yenilen milletlerin yenenleri takip ettiği tezi işlemiştir yine.
Sekiz yıl gibi hatısı sayılır bir zaman Milli Eğitim Bakanlığı okullarında öğretmenlik yaptım. Bu süre içerisinde bile Milli Eğitim'de değişen sistemlerin sayısını inanın hatırlamıyorum. Bir insan değişime ne kadar uyum sağlarsa sağlasın, bu kadar sık değişim kafa döndürür. Kaldı ki bireysel değişimden değil, bir sistem uygulamasından bahsediyoruz. Üstelik de daha henüz bir sistemin sonuçlarını almadan değişime gitmek ne kadar sağlıklıdır? Fakat hep olan biten şey şu idi: Batı ülkelerine ziyaret eden Bakan veya bürokratlar, orada gördükleri sistemi akşamdan sabaha Türkiye'de uygulamak isterler; uygulamaya geçince fiziki ve içerik açısından hemen yetersizliklerini farkederler ve başka sisteme dönerler.
Diğer yandan ideolojik angajmanlar da ciddi oranda burada rol oynarlar. Birileri gelir, sıkı kontrol mekanizması kurmak amacıyla kesintisiz eğitim sistemine gider. Geçen sene de kesintili eğitime yeniden döndük. Ama hala eğitim sistemimizin temel amacı ve nasıl bir insan felsefemiz bulunduğuna dair hiçbir tartışma yapmadık. Aslına bakılırsa, yetkililer bunu önemsemediler bile. Bürokratik hantallıklar ve günü kotarma gayretleri burada önemli oranda rol oynadı. Doğrusunu söylemek gerekirse, temel felsefesi, yönelimleri, içerikleri itibarıyla eğitimin yeni baştan Türkiye gerçekleri içerisinde yeniden ele alınması gerekiyor. İş o hale geldi ki; eline fırsatı geçiren okulu bir kılığa sokmaya çalışıyor, eline bir başka fırsatı geçiren de geçmişteki medreseyi tekrar etmeye çalışıyor.
Geçen günlerde alkol ile ilgili düzenlemeler de de benzer tartışmaları yine yaşadık. Bir insan gündelik hayatında alkol kullanıyor olabilir veya olmayabilir. Kullanmama saiki din de olabilir. Buraya kadar bir problem yok. Ama Türkiye'de alkol, geçmişten bu yana çağdaşlığın ve batılılaşmada nereye gelindiğinin bir barometresi olarak işlev görüyor sürekli olarak. Belirli çevreler, alkol ile ilgili düzenlemelere "iktidar alanlarımız elimizden gidiyor" gibi bir arkaplandan hareketle bakıyorlar. İktidarın bu konudaki dili de Batı'ya referanslı. Halbuki bu düzenlemelerin tüm bu endişelerin dışında, bu ülkenin temel gerekirlikleri ve geleceği açısından reel bir düzlemde yapılması gerekir. Meselenin Türkiye'nin "yörünge" sorunu etrafında ele alınıyor olması, ancak kutuplaşmaları hızlandırmaktadır. Kaldı ki yeri gelmişken belirtmek gerekir, konuyla ilgili kanun çıkarmak mesele değildir. Bunları ciddiyetle takip etmek de gerekir. Mesela marketlerde hala sigara ilk girince görünür yerlerdedir. Camiler, okullarla alkol satılan yerler arasındaki mesafeler kanuna uygun olarak düzenlenmiş midir? Bunları kim takip ediyor?
Yani aslında kısaca demem o ki; Dünyada neler oluyor? Yaşanan sorunlarla ilgili olarak dünyada nasıl çözüm ve uygulamalar yapılmış buna bakalım ve onlardan bigane kalmayalım, tamam. Ama artık şu yenilgi psikolojisini bırakıp sükunetle ve kendi tarih, düşünce ve değerlerimizden de ilham alarak sorunlarımız üzerine "bugün" den bakarak sağlıklıca düşünelim. Yani referanslarımız artık "biz" olsun.