Türkiye'nin sorunu
“Türkiye’nin sorunu” şeklindeki bir ifadenin içeriklerine dahil edilebilecek birçok madde çıkarılabilir. Ekonomik, sosyal, jeopolitik, kültürel, siyasal alanlarda yaşananlar zaten ortaya yeterinde maddelenebilecek bir listeyi önümüze bırakırlar.
Burada Türkiye’nin
geleceğinde “acil” kaydıyla serdedeceğim birkaç noktaya değinmek faydalı
olacaktır. Öncelikle ülke ya da toplum olarak birçok sorunlar yaşayabiliriz.
Fakat bunların halledilmesi yönünde gayret ortaya konulduğunda kısa, orta ya da
uzun vadede o sorunların halledilmesini bekleyebilirsiniz. İşte burada
“beklemek” kelimesi anahtar bir rol oynamaktadır.
Bir şeyle ilgili beklentiye
girmeniz onunla ilgili ümitlerinizin olmasını, ümitlerinizi taze tutmanızı
gerektirir. İşte ilk sorunumuz insanlarda umutların zayıflama başlamasıdır.
Umutların zayıflaması ise, insanlarda iştiyaksızlık yaratır ve “bananecilik”
gibi bir tavrın yaygınlaşmasını sonuçlar. Bir kere bu umutları tazelemek
gerektiği gibi umutların gerçekleşebileceğine dair bir gayret ve işaretin de
oluşması zorunludur.
Bunun gerçekleşebilmesi iki
yönteme bağlı görünmektedir. Birincisi, devletin uyguladığı siyasetlerle
şikayet edilen unsurlar konusunda gayretlerinin artırılmasıdır. Bu bağlamda
adalet, liyakat, tarım, eğitim vb. birçok konuda daha görülebilir ufuk ve
stratejilerin oluşturulması gerekmektedir. İkincisi ise, halkın kaderine ve
geleceğine sahip çıkarak tüm ümitsizliklere rağmen gayret etmesidir.
Bilinmelidir ki, bir toplumda tek tek fertler bir soruna kalım hakkı verdiği
sürece o toplumda bir değişim beklenemez. Bu da sorunların sürmesini sağlayan
kültürü değiştirmek yoluyla olacaktır. Daha da sadeleştirerek söyleyecek
olursak bizzat fertlerin kendilerini düzeltmeleriyle mümkündür. Aynı şeyleri
tekrar ederek farklı sonuçlar beklemek sorunlara kalım hakkı vermek demektir.
Bu minvalde gençlerden ve
farklı meslek gruplarından insanlar yaşanan sorunlar dolayımıyla “geleceklerini
bu ülkede görmemek” gibi bir düşünce içerisine girmektedirler. Hatta
istatistiklere bakacak olursak bir kısım insanlar farklı ülkelere giderek
gelecek kurma tavrını göstermektedirler. Halbuki burada kalarak ve içinde
yaşanılan toprakların tekrar neşvü nema bulması için ısrar ve azimle bir
gayretin inşası aslında bu kimseler içinde bir gelecek açısından düşünmeleri
gereken noktadır.
Stefan Zweig yaşadığı
dönemde mecburi sebeplerle yurtdışına çıktıktan sonra “Avrupalılar bir gecede bize Avrupalı
olmadığımızı gösterdiler” mealinde bir cümle sarfetmektedir. Geleceği elbette
bilemeyiz. Fakat dünyanın gidişatı sıkı şekilde gözden geçirildiğinde iyi bir
manzara görünmemektedir. Bu çerçevede bulunduğumuz topraklarda yeniden
umutların yeşertilmesi çocukların ve gençlerin gelecekleri açısından çok iyi
düşülmesi gereken bir hüviyet arz etmektedir. Meseleyi sadece ekonomik açıdan
ve kişisel olarak “daha iyi bir hayat” düşüncesine indirgeyemeyiz.
Yeri gelmişken gençlerle
ilgili görebildiğim bir sorunu aktarmak isterim. İçinde yaşadığımız hız ve haz
çağının etkisiyle bir kısım genç arkadaşlar maddi olanaklara ya da sosyal
imkanlara “hemen” kavuşmak istemektedirler. “Hemen” ve “şimdi” modern
kelimesinin karşılığıdır ve her şeyi bu dünyadan ibaret gören insanı bu dünya
ereğiyle sabitler. Bu noktada “emek” kavramının epey hırpalanması ve insandaki
değersel karşılığı da atlanmış olmaktadır.
Halbuki insan daha yüce erek
ve ufuklar içerisinde düşünmek zorundadır. Çünkü yegane gerçeklik dünya
değildir. Hız ve haz çağı insanı salt dünyevi gerçeklik içerisine sıkıştırmaya
çalışmakta, insan ise her seferinde bu çerçevenin dışına taşmaktadır. Öyle veya
böyle gerçekliğe yaklaşmak “hikmet”in ufkuyla mümkün olacaktır. Hikmet ise
arayandan başkasına kendisini açmaz.