Türkiye'nin seçim sonrası planı
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Temmuz ayında asgari ücrete ara zam yapılacağı açıklaması birçoklarını memnun etse de daha ocak ayında alınan zamların seçime varmadan büyük ölçüde erimeye başladığı açıkça görülüyor.
Enflasyonla
anlamlı mücadele edilmediği müddetçe ne zam haberleri ne de
2000 lira altındaki borçları silmek gibi kısmi çözümler biter.
İktidarın ekonomi politikasındaki
ana amacı; cari fazlayıkurumsal hâle getirebilmek
için Çin’in Avrupa pazarına yaptığı satıştan
hatırı sayılır miktarı Türkiye üzerinden satmak...
Bunu yapabilmek adına ihracat
kredileri desteği artırılırken ihracat yatırımının dışında kalan
alanlara konu olan, bireysel, konut, ticari krediler gibi iç
piyasa kredileri sınırlandırılmaya devam ediyor.
Getirilen sınırlama ile enflasyon
artışı 'kontrollü' bir noktada tutuluyor.
Aslında bu faiz dengesini
hiç bozmadan da yapılabilirdi.
Sadece biraz tasarruf yapılacak
ve ihracatçıya teşvik, vergi istisnası ve ucuz
kredi sağlanacaktı.
O zaman vatandaş da bu kadar karışık
bir düzen içinde kalmaz, iktidar da seçim döneminde seçmenin
cebinde eriyen paradan dolayı ne yapacağını bilemez bir duruma
düşmemiş olurdu.
Yapılabilecek pek çok şey, uygulanabilecek
pek çok politika var.
Bana göre TOGG modeli bunların
en başarılılarından biri...
Türkiye’nin sermayedarlarını
bir araya getirerek yatırıma teşvik eden bir devlet
başkanı olması ülkenin menfaatine olsa da bunun TOGG dışındaki
alanlarda yapılmıyor olması ekonomi adına gerçekten büyük bir kayıp...
Yatırımla ilgili bu problemin yanında
iktidarın son yıllarda çözemediği bir diğer önemli sorunun da "yeni
pazarlar bulma" noktasında girişkenliğinin
azaldığını düşünüyorum.
Mal sattığımız ana pazarın Avrupa olması,
diğer birçok ülkenin de birinci hedefinin 'Avrupa’ya mal satmak' üzerinden
tanımlanması Türkiye’nin diğer pazarlara yeterince önem vermemesi sonucunu
doğurdu.
Bence bu konuda da ciddi adımlar
atılmalıydı.
Çok yazdım, çok söyledim.
Cumhurbaşkanı, o
çok eleştirilen uçaklarla bir dönem yaptığı gibi iş insanlarını
ülkelere taşısa ve iş birlikleri için önayak olsa ülkenin ve ekonominin
geleceği adına çok büyük işler başarılmış olurdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan,
dış politika ve küresel dengelere odaklandığı andan itibaren hem iç
siyaseti ve devlet işleyişini hem de ekonomi
yönetimini büyük ölçüde kurmaylarına devretti.
Fakat bu kurmaylar ne istenen
havayı sağladı ne de taş üstüne taş koyma konusunda
anlamlı bir başarı elde edebildi.
Şimdi seçim döneminde
vatandaş sandığa giderken kimin kazanmasını istediği noktasında bir karar
verecek.
21 yıldır yapılanlar takdir edilse
de seçmen geçmişe değil geleceğe oy verir.
Yürütmeye talip 4 Cumhurbaşkanı
adayı içinden bir tercihte bulunacaksa önce vatandaşın sorunlarını
tespit eden sonra da doğru reçeteler yazabilenlerle
çalışmayı yeğleyecektir.
Eğer muhalefetteyer
alan adaylar bu konuda bir ivme gösterebilirse o zaman vatandaş, umudu öne
çıkaran isimlere yönelik tercihte bulunabilir.
Yok, muhalefet hamasi
söylemler dışında ayağı yere basan, uygulanabilir projeler ortaya koymazsa
o zaman bilinene güven süreci işler ve Erdoğan kazanır.
Kim kazanırsa kazansın, ekonomide yeni bir
havanın getirilmesi şart!
Mevcut politikaların birçok zorluk
ürettiği görülüyor.
İstenilen amaca ne ölçüde ulaşıldığı da
tartışmalı...
O zaman yavaş ve rahatsızlık vermeden,
piyasa dengesini de bozmadan orta ve uzun vadeli mali kurallarla kamu
harcamalarının planlanması ve para politikalarına da yeni yollar belirlenmesi
gerekiyor.
Dünya çok hızlı değişiyor.
Suudi Arabistan’ın İran ile
barışmasını sağlayan Çin’in Suudileri şimdi
de Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’ne alması gerçekten çok büyük bir
olay...
Ekonominin ilkelerini değiştirebilecek
büyük hadiselerin öncesindeyiz.
Petrolün dolar şartı ile
satışına karşı yükselen sesler ve ABD dolarının rezerv para
olarak artık yolun sonuna gelmiş olması ihtimalini artırırken bu durum
Türkiye'nin yeni fırsatlara hazırlıklı olma gerekliliğini de ortaya çıkarıyor.
Ama bunu 1 trilyon doların altında
bir ekonomi ile yapamazsınız.
Bu nedenle mevcut ucuz iş gücü
politikası ile devam edilerek dünyanın dönüşümünde Çin’e karşı
rekabet yerine Çin ile iş birliği konusu "bir
pazarlık kozu" olarak kullanılacaktır.
Çin’in Ankara
Büyükelçisi’nin verdiği mesajlar tesadüf değil.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun
da yılbaşında “Çin ile aramız iyi değil!” açıklaması eli
açıktan oynama ve gelecekteki pazarlık gücü için bir hazırlanmaydı.
Türkiye'nin Rusya ile yakın
ilişkilerinin devam ettirilecek olmasının arkasında Putin ve Çin devlet
başkanlarının söylediği “100 yıldır görülmeyen değişimler yaşanıyor ve
bunu biz yürütüyoruz.” ifadesi yer alıyor.
Eğer bir derin akıl varsa Türkiye’nin
kazanan tarafta yer alması noktasında politika üretilmesini talep
edecektir.
İttihat ve Terakki'nin
aceleyle Almanya saflarında girdiği Birinci Dünya
Savaşı için "40 yıldır beklediğim fırsat geldi ama yanlış tarafta
savaşa girildi." açıklamasını yapan Abdülhamit'in bu
sözlerinden sonra Türkiye yanlış tarafta yer almamaya çalıştı.
İkinci Dünya Savaşı'nın
sonuna kadar beklemesi ve sonunda ABD tarafında savaşa dâhil
olması ile Soğuk Savaş döneminde Batı bloğunda yer
alması bunun en büyük göstergeleri değil m?
Türkiye şu an Çin ve Rusya ile
pazarlık aşamasına hazırlık yapıyor.
Bu süreçte de buna zeval getirecek bir işe
girişmezler.
Mevcut hükümet ya da gelecek olanın bu
çizgiden uzaklaşması pek olası değil.
Bu nedenle para ve makro
politikalarda ortodoks politikalara tam anlamıyla dönüş
pek muhtemel görülmüyor.
Bunun yerine maliye
politikaları ve ya yeni açılımlar ile farklı bir hava
yakalanmaya çalışılabilir.
Seçimden sonraki hükümetin işi mevcut
pazarlık durumunu korurken finansal ve parasal düzende Türkiye’nin
pozisyonunun kötüleşmesini engellemek olacaktır.
Zor bir süreç olsa da yapılabilir.
Oyun kurucu olmayınca jeopolitik
konumunuz üzerinden bu işlere girmek zorunda kalıyorsunuz.
Olması gereken ise içeriyi
derleyip toparlayıp ahlâk ve liyakat esaslı çalışkan bir toplum ortaya koymak,
argeye dayalı sanayi üretimi ve güvenilir dış politika partneri hâline
gelmek olmalı...
Aksi takdirde iki kutup arasında
keskin tercihlerde bulunmak zorunda kalırsınız.
Yıllarca Batı'dan yana olan Türkiye, artık
doğudan yana tercih yaptı.
Fakat bunu ilan etmedi. Elini açık
etmeyerek pazarlık kozunu koruyor.
ABD bunu
çok iyi bildiği için Yunanistan üzerinden başlattığı üs
yapılanmaları ile baskıyı GKRY ile yaptığı askeri anlaşmayla devam
ettiriyor.
Daha fazlası da gelecektir.
Suudi Arabistan’ın ŞİÖ’ne
tam üyelik elde etmesinden sonra bambaşka bir hava yakalanabilir ve ABD görece
daha saldırgan bir hâle gelebilir.
Kaybeden bir Amerika’nın saldırganlığına
maruz kalmak yerine kazanacak bir sistem için ABD’nin çok
hızlı tasarruf yapması ve Türkiye ile denklik üzerinden kurulu bir
ilişki tesis etmesi gerekir.
Tren kaçmak üzere...
Suudi Arabistan’ın
hızlı adımları bölgedeki dengeleri çok hızlı değiştiriyor.
Londra’nın BREXIT’ten
duyduğu pişmanlığın artması Ortadoğu’yu da içine alacak yeni
bir bölgeselleşme sürecine girilmesi sonucunu getirebilir
ve ABD iyice yalnızlaşabilir.
Arapların kasası İngilizler, günün
sonunda refahlarını konu alan çıkarlar ile dostlukları arasında
tercihle baş başa bırakılırsa sonucun ne olacağını hepimiz biliyoruz.
BRICS (Brezilya,
Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) devletlerinin Güney Afrika zirvesinde
konuşacakları ortak para birimi hayata geçebilir. Geçmezse er veya geç doların
hâkim konumu YIKILACAKTIR.
Büyük hesaplar ve çıkarlar arasında
kalan Türkiye’nin gitti kritik bir seçimde sizce bu tabloyu kaç
aday iyi okuyup buna göre hazırlıklar yapıyordur?