Türkiye'nin Şahlanışı
Son birkaç yıldır ülke gündemimizden düşmeyen "Başkanlık Sistemi" hususu nihayet meclis genel kuruluna geldi ve ilk tur tamamlandı. Anayasa değişiklik teklifinin maddeleri birer birer referandum için gerekli olan 330 oyun üzerinde kabul edilirken ülkemize yapılan ekonomik saldırılar şiddetini artırmaya başladı. Geçtiğimiz hafta dolar 3.94 TL seviyesinin üzerine tırmanarak rekor kırdı. Ekonomik operasyonun arkasından gerek 2001 krizinde gerekse gezi olaylarında Türkiye ekonomisinde problemlere yol açan Küresel Sermaye'nin en güçlü temsilcilerinden Deutsche Bank çıktı. Alman istihbaratı ve Deutshce Bank'ın başı çektiği Alman bankaları dolar ve avro alarak kredi kullanan Türk firmalara borçlarını 1 ayda kapatmaları için baskı yaptığı belirtildi. Küresel sermaye, yaptığı finansal saldırılara medya gücünü de ekleyerek kalemşörler ve analistler üzerinden halkı provoke ederek yapılan bağımsızlık mücadelesinden vazgeçilmesini istiyorlar.
Türkiye'nin siyasi ve ekonomik tarihine baktığımız zaman koalisyon dönemlerinde doğru düzgün bir ilerleme kaydedilememiştir. Koalisyon dönemlerinde siyasi çekişmeler çıkmaza girmiş, nihayetinde ekonomik problemlere yol açmıştır. Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında çıkan siyasi gerilim sebebiyle yaşanan 2001 krizini hatırlayalım. Borsa %15 gibi tarihi bir düşüş yaşadı. 25 Şubat 2001'de gecelik faiz %7500'e kadar çıktı. Kamu bankaları büyük açıklar verirken, piyasa kontrol edilemez bir hal aldı.
Başkanlık sisteminin gelmesiyle koalisyon döneminin bitmesi ve yıllardır ülkemizde yaşadığımız siyasi istikrarın güçlenerek devam edecek olması küresel sermayeyi oldukça rahatsız ediyor. Çünkü onlar kaos ortamından beslenirler. Kaos demek yüksek risk demektir. Yüksek riskin olduğu ortamlarda yüksek faiz olur. Alım gücü azalır, borç artar dolayısıyla bağımlılık artar. Bu nedenle manipülatif finansal ataklar düzenleyip ülkemizden döviz çıkararak ekonomik temelleri sarsmayı hedefliyorlar. Geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi ülkemizde düzenledikleri manipülatif finansal ataklar ile TL'ye değer kaybettirerek kurdan geçişkenlik yoluyla ekonomiyi yüksek enflasyon, düşük reel faiz, daha yüksek kur kısır döngüsüne sokmaya çalışıyorlar. Böylece ekonomik büyümeyi vurarak halkın devlete olan güvenini azaltarak kendilerinin yönlendirebilecekleri bir yönetimin oluşmasını sağlamaya çalışıyorlar.
Enerji kaynaklarının yanı başında olan Türkiye jeopolitik, jeostratejik, jeoekonomik konumu gereği oluşacak yeni güç dengesindeki her tarafın kendi yanında görmek istediği bir konumdadır. Ancak, Türkiye yukarıda da belirttiğim üzere tam bağımsızlık mücadelesi vermekte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın deyimi ile küresel bir güç olma yolunda ilerlemektedir. Nitekim bu konuda ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğü tarafından hazırlanan küresel eğilimleri değerlendirdiği 'Global Trends' isimli raporunun Avrupa bölümünde "Türkiye'nin gitgide daha bağımsız ve çok yönelimli hale gelen dış politikası ve ülkedeki demokratik olmayan (FETÖ, PKK ve DAEŞ terör örgütlerine yapılan operasyonları kast ediyor) dürtüleri en azından orta vadede, Avrupa'daki dağılma akımlarını artıracak. Bu durum, NATO'nun uyumu ve NATO-AB işbirliği karşısında bir tehdit oluşturacak." İfadelerine yer verdi.
Türkiye'nin küresel güçlerin istekleri doğrultusunda değil de bağımsız politikalar üretmesini kendileri için tehdit olarak görmeleri eski Türkiye'ye alıştıklarından dolayıdır. Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik Kitabında'da belirttiği gibi "Siyasi irade yetersizliği dolayısıyla dış siyasetini konjonktürel dalgalanmaların akışına bırakan ve zamanlama kabiliyetini kaybeden ülkeler, başkaları tarafından belirlenmiş gündemlere gösterilen anlık tepkilerin oluşturduğu karmaşık ve çelişik bir tablonun esiri olurlar. Bu tür ülkelerin siyasi elitinin, ne çıkış noktaları ile ilgili birikimi nede varış noktaları ile ilgili ufukları vardır. Atak ve belirleyici değil, savunmacı ve tepkicidirler. "Çözüm için ben varım" ataklığında değil, "Bunalımlarda ben yokum" savunmasına ayarlı psikoloji içinde davranırlar. Bu kimliksiz seçkinler, kritik dönemlerde ön plana çıkıp belirleyici olmaktan çok, fark edilmeye ve inisiyatif kullanmamaya şartlanmışlardır. Ülkelerini dünya gündeminde etkin bir konumda tutmak yeni mesuliyetler getireceği için edilgen olması daha emin ve risksiz görürler. u2026Satrancın taşlarını yönlendiren bir oyuncu mu, yoksa bir satranç taşı mı oldukları konusunda gizli bir kimlik çelişkisi yaşarlar. Oyunu yönlendiren bir satranç oyuncusu olarak atabilecekleri adımların sonuçlarından tedirgin, başkalarınun oyunlarında taş olmaktan rahatsızdırlar. Keşke ne taş, ne oyun ne de oyuncu olsaydı diye düşünmeye başladıklarında elleri ayaklarına dolaşır ve en güçlü oyuncunun gölgesinde kalmanın en güvenilir yol olduğuna kendilerini inandırırlar." Ülkemizin uluslararası alanda gücünün artması ile edilgen konumdan etken konuma geçmesi Davutoğlu'nun yukarıdaki metinde de ifade ettiği üzere değişimden, büyümekten korkan politikacıları da rahatsız etmektedir.