Türkiye'nin karanlık günü: 12 Eylül
Ülkemiz
tarihi karanlık, kirli ve kanlı militer darbeler tarihidir. 27 Mayıs, 12 Mart,
12 Eylül, 27 Nisan, 28 Şubat ve 15 Temmuz tarihleri, karanlık, kirli ve kanlı
darbe günleri olarak zihinlerimize kazınmıştır. 12 Eylül 1980 darbesi,
ülkemizin sosyal, siyasal, ekonomik ve idari yapısını dizayn etmesinden dolayı,
41 yıl sonra bile bu darbenin travmalarından, sonuçlarından ve korkularından
kurtulmuş değiliz. 12 Eylül’ün karanlık gölgesi, zihniyeti ve rejimi, ülkemiz
üzerinde dolaşmaya devam ediyor.
Kuruluşundan
beri ülkemiz yönetiminde askerin ve ordunun ağırlığı hep olmuştur. Asker,
ülkenin ve devletin sahibi olarak kendisini görmüştür. Başka bir ifade ile
asker, kendisini hancı, sivil hükümetleri ise yolcu olarak konumlandırmıştır.
12 Eylül askeri darbesi, ordunun ülkenin sahibi olarak “kaybolan devlet otoritesini tesis etmek” ve “tencereyi kirleten siyasilerden kurtulma” iddiasıyla
gerçekleştirdiği bir müdahaledir. Darbeciliğin arkasında bir gücün, kliğin,
kesimin veya kimliğin, kendisini devletin ve ülkenin sahibi olarak görme
saplantısı bulunmaktadır. Hiç kimse ülkenin veya devletin sahibi olma gücüne
veya imtiyazına sahip değildir. Darbecilik ve despotizm barbarlığına karşı en
kesin çare, 84 milyonun bir bütün olarak devletin gerçek sahibi kılınmasından
geçmektedir. Bütün toplumun devletin sahibi olma hakkı tanınmadığı sürece,
devlet içinde organize olan darbeci güçler, klikler, partiler, cemaatler,
hizipler, cuntalar, çeteler ve mafyalar, devlet gücünü kullanarak topluma müdahale
etme ve tahakküm etme heveslerinden vazgeçmeyeceklerdir.
Darbenin
hiçbir şekilde çözüm ve kurtuluş olmadığı konusunda demokratik ve sivil bir
mutabakata ihtiyaç vardır. Kolektif bilinçaltına kazınan darbenin sosyal ve
siyasal sorunların halledilmesinde çözüm olduğu şeklinde bir anlayışın
tezahürlerine her zaman rastlamak mümkündür. Darbeciliğin gerçek anlamda
tarihin çöplüğüne atılması için içimizdeki darbecilikle, militarizmle ve
kabilecilikle hesaplaşmamız ve arınmamız gerekmektedir. İçimizdeki darbecilikle
ve kabilecilikle hesaplaşmadığımız ve arınmadığımız sürece, darbecilik
ülkemizde tehlike olmaya devam edecektir. 12 Eylül dahil hiçbir darbe ile
şimdiye kadar sahici bir şekilde ve içerikte ülkemiz hesaplaşmış değildir.
Darbeyle hesaplaşmak, yaşlanmış darbecileri mahkemeye çıkarmak değildir.
Darbeyle hesaplaşmak, gerçek manada ülkemizin demokrasi, insan hakları ve hukuk
devleti standartlarının yükseltilmesinden geçmektedir. Darbeler ve darbeciler,
sürekli olarak demokrasiyi, insan haklarını ve hukuk devletini ortadan
kaldırmayı hedeflemişlerdir. Demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarını esas
almayan hiçbir yaklaşım, darbecilikle ve militarizme karşı panzehir
olmayacaktır.
Darbelerle hesaplaşılmamış olması, darbecilere
her zaman cesaret ve motivasyon kaynağı olmaktadır. 12 Eylül dahil bütün
darbelerin kanlı, kirli ve karanlık yüzleriyle hesaplaşılması, ülkemizin çok
acil ihtiyacıdır. Bütün darbeler gibi 12 Eylül darbesi de, topluma karanlık ve
kanlı bir şekilde kurulan bir tuzak ve kumpastır. Darbe tuzağına ve kumpasına düşmemek
için darbelerle hesaplaşmak şarttır.
Darbelerin
ülkelere maliyeti korkunçtur. 11 Eylül 1973 tarihinde Şili’de demokratik
yollarla işbaşına gelen Allende yönetimine gerçekleştirilen darbe sonucunda
Pinochet diktatörlüğü kuruldu. Şili’deki 11 Eylül darbesi sonucunda 30 bin
insan hayatını kaybetti. Şili’de darbecilerin Ölüm Karavanları, ülkenin her
tarafına terör, şiddet ve ölüm götürüyordu. 12 Eylül’ün ülkemize maliyeti,
Şili’nin 11 Eylül darbesinden daha korkunçtur. 12 Eylül döneminde 30 bin kişi
işten atıldı, gazeteler 300 gün boyunca yayın yapmadı ve 937 film yasaklandı. İnsanlık
onurunu ortadan kaldıran her türlü işkence sıradan bir uygulamaya dönüştü ve
171 kişi işkence sonucu hayatını kaybetti. Diyarbakır Cezaevinde uygulanan
işkenceler, 12 Eylül’ün korkunçluğunu ve karanlığını her şeyiyle ifade
etmektedir.14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı ve bütün siyasal partiler
kapatıldı. 650 bin kişi gözaltına alındı ve 50 kişi idam edildi. 1 milyon 700
bin kişinin fişlendiği 12 Eylül döneminde hukuksuzluk, baskı ve zulüm had safhadaydı.
17 yaşında idam edilen Erdal Eren hakkında darbe lideri Kenan Evren’in “Asmayalım
da besleyelim mi?” şeklindeki sözleri 12 Eylül darbesinin hukuksuzluğunu ve
karanlığını çok iyi yansıtmaktadır .
Erbil
Tuşalp’in Eylül İmparatorluğu isimli
çalışması, 12 Eylül dönemini anlamak açısından önemli bir kaynaktır. İnsana
dair her şeyi ortadan kaldırmayı hedefleyen 12 Eylül rejimini anlatan Tuşalp,
gelecek kuşakların bu dönemin yasaklarını, baskılarını, haksızlıklarını,
yakılan kitaplarını, işkencelerini ve bütün kirli yönlerini açık bir şekilde
ortaya koymaktadır. 12 Eylül’ü sürekli olarak hatırlamak, hatırlatmak,
unutmamak ve unutturmamak hepimizin görevidir.
12 Eylül, bütün topluma karşı yapılmış kanlı, karanlık ve kirli bir darbedir. Topluma öğretilmiş çaresizliği dayatan 12 Eylül, toplumu birbirine düşman eden bir yapı inşa etmiştir.12 Eylül darbecilerinden 2. Ordu Komutanı Org. Bedrettin Demirel, “Gelecek kuşakların 12 Eylül’ü yapanları lanetle anacaklarını” ifade etmişti. 12 Eylül, yüz yıllar geçse bile lanetle anılacaktır. 12 Eylül’ü lanetlemek yetmez. 12 Eylül zihniyetine karşı demokrasiyi, barışı, özgürlüğü, hukuku ve çoğulculuğu öne çıkaran bir anlayışı egemen kılmak lazımdır.