Türkiye'nin kader ortağı
Almanya, İkinci Dünya Savaşını (İDS) kaybetmesiyle birlikte ağır yaptırımlarla yüzleşti.
Ülke ikiye bölündü
yarısı Batı Bloğunun yarısı ise Doğu Bloğunun bir parçası hâline geldi.
Batı
Bloğu’nda yer alan Almanya, ABD’nin Avrupa’daki garnizonu haline getirildi.
Batı
Almanya’yı Doğu Almanya’nın şerriden korumaya çalışan ABD’nin yaptığı askeri yığınak
aynı zamada Avrupa’nın da yeni bir Almanya yükselişine karşı garantisi oldu.
Bismark’tan
bu yana “birlik, bütünlük, güçlü olma” düstürünü benimseyen Cermenlerin çeşitli
dayanakları oldu.
Bir dönem
Martin Luther’in ortaya koyduğu dini perspektif, başka bir dönem II.Wilhelm’in
emperyal arzusu etkili olurken en son Hitler’in Thule yaklaşımıyla
marjinalleşen Ari Alman Irkı zihniyeti sahne aldı.
Savaş
sonrasında ise askerî gücü alınan ve ikiye ayırılan Almanya’nın güç arzularının
bu yolla söndürüleceği düşünüldü.
Ama Almanlar
herkesi şaşırtacak bir işe imza attı.
Ari Alman
ırkını yüceltmek için tüm dünyayı yakıp yıkan Almanlar, savaş sonrasında
yıkılan ülkelerini inşa etmek için ari ırklarını bozma korkusu gütmeden yabancı
işçileri ülkelerine doldurdular.
Avrupa
Topluluğu, siyasi yükseliş imkânı tanırken Batı Bloğu’nun kapitalist sistem
dayatması Almanya’nın sistem içinde “Çok çalışanın çok kazanacağı” yaklaşımına
sarılmasını beraberinde getirdi.
Batı
Bloğu’nun lideri ABD’nin ortaya koyduğu “Amerikan Rüyası” da bu değil miydi
sanki...
Almanlar,
tank, uçak ve silah sanayilerini dönüştürerek ekonomiyi kalkındıracak sanayiyi
oluşturdu ve otomobil ve makine konusunda dünyanın kabul ettiği markalar
meydana getirdiler.
Avrupa
Birliği içindeki gücünü artıran Almanya’nın Avrupa’nın lideri konumuna
gelmesine rağmen ülkesinde 42 bin ABD askerinin konuşlu bulunmasının
Almanya’nın güvenliği ile hiçbir alakası yok.
Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin Gerard Shröder ve sonrasında Angela Merkel
dönemine rast gelmesi ise hikâyenin bu kısmında ülkemizi ilgilendiren boyutu
ele alıyor.
Almanya, askeri
olarak kaybettiği gücünü eknomik olarak tekrar tahkim etti.
‘Avrupa
Ortak Pazarı’ ile ‘Ortak Para’ Almanya’nın Avrupa’daki gücünü daha da
katlamasına imkân tanıdı.
Kurulan bu
ekonomik sistemi bozacak bir göç krizini baş göstermesiyle Türkiye ile
isteksizce yürütülen adaylık sürecinin bambaşka bir boyuta evrildiğini gördük.
Türkiye’nin
AB’nin göçmen kampı hâline getirildi.
Avrupalı
siyasetçilerin yalanlar ve vaatler ile sonraki yöneticilere bıraktığı sürünceme
taktiği Türkiye’de uzun yıllardır aynı yönetimin varlık göstermesi ile suya
düştü.
Bu nedenle
istediği gibi kandıracak ve zamana yayacak bir Türkiye arzulaması AB’nin
çıkarlarını uygun düşmektedir.
Büyükelçiler
Krizi, Gümrük Birliği’nin gündeme getirilmemesi, Ege ve Kıbrıs’ta Yunanistan’a
uyulması, Fransa’nın Afrika ve Suriye’deki duruşuyla uyumlu davranılması sadece
“Birlik içinde Birlik” yaklaşımı olarak okunmamalı.
İzmir
İktisat Kongeresinde dış politikadaki bağımsızlığın ancak ekonomik
bağımsızlıkla geleceğini söyleyen Mustafa Kemal Atatürk’ün sözü hâlâ
geçerliliğini koruyor.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, Arap ve Türk devletlerle ilişkileri geliştirmeye çalışması ve Afrika
açılımlarıyla ülkenin farklı pazarlara girişlerini kolaylaştırması tam da bu
hedefe hizmet olsa gerek.
Kuşak Yol Girişimine
dâhil olarak Asya ile de bağlarını koruyan Türkiye’nin yakın Asya çıkarması
yapması yakındır.
Zira ucuz iş
gücü olarak Asya’ya rakip olduktan sonra Avrupa’dan gelmeye başlayan
yatırımların Asya’daki yükselen güçleri rahatsız edeceği ortada...
Almanya’nın geçmişi
Türkiye’nin geleceği olur mu?