Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.67
Gram Altın
2972.20
BIST 100
9945.16
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
25 Ocak 2021

Türkiye'nin eğitim sorunu

18. yüzyıl filozoflarından J.J. Rousseau, ünlü eseri Emile’de (Émile, ou De l'éducation) şöyle der; “Onun zihnine aklın yerine otoriteyi koyarsan artık akıl yürütemez. Başkalarının fikirlerinin oyuncağından fazla bir şey olmaz.”

20. yüzyılın ilk çeyreğinde, yeni bir ulus oluşturma sürecinde ciddi bir toplumsallaştırma rolü oynayan eğitimin kısa bir özeti gibi duruyor bu ifadeler.

Nietzsche; “Şimdinin pedagojik literatürünü inceleyelim; bu literatürün ruhunun mutlak sefaletinden ve gülünç garip komiklerinden şoka uğramayan insan halt etmiştir” diyerek 19. yüzyıl eğitim sistemini eleştiriyor.

Sonra “Katı bir okulda ne öğrenilir?” diye soruyor ve kendisi cevaplıyor; “İtaat etmek ve emretmek…”

Emile’yi elinden düşürmeyen ünlü filozof Kant ise Nietzsche’yi desteklercesine; “ İyi bir şey böyle bir zorlama altında gelişemez” diyor.

Diğer taraftan Kant, bugünün de modası olan “insanın kendi tutkusunun peşinden koşması” ve “kendi hayalini kovalaması” gibi lafları lüzumsuz bulur ve “mesele bu değil” der.

Asıl mesele; “insanın kendisindeki insanlık haysiyetini inkâr etmemeyi garanti altına alma meselesidir.” Peki, nasıl olacak bu? Elbette eğitim öğretim aracılığıyla. Ancak asıl soru şu; nasıl bir eğitim ile?

Öğretmenlerin tüm enerjilerini çocuğun hafızasında bir çöp yığını biriktirmeyi harcadığı bir eğitim öğretim ortamında çocuklar maalesef PISA sonuçlarına göre değerlendirilen birer ticari mala dönüşüyor.

Rousseau bu durumu; “yetişkinler kendi amaour-propre’leri( itibar diyorum ben) için harikalar yaratırlar ancak öğrencileri için çok az şey yaparlar” diyerek eleştiriyor.

18. ve 19.yüzyılın aklı başındaki tüm düşünürler, eğitim meselesini duru bir zihinle masaya yatırmışlar ve üsten alta kumanda edilen, ideolojik, zoraki eğitim sistemlerini sert bir dille eleştirmişlerdir.

Türkiye ise cumhuriyet dönemi boyunca tek bir renkten, inançtan, dilden ve mezhepten yeni bir ulus meydana getirmek adına özellikle eğitimi ve eğitim kurumlarını birer araç olarak kullanmaktan geri durmadı.

İşin hazin tarafı 19. yüzyılın zihinsel atmosferinde oluşturulan eğitim sisteminin bugün hala uygulamada olmasıdır.

Türkiye son 94 yılda tam 65 Milli Eğitim Bakanı değiştirdi. Sadece son yirmi yılda değişen bakan sayısı 11, ortalama görevde kalma süreleri ise 1,5 yıl gibi kısa bir süre. Her gelen bakan da “yenilik” “reform” adı altında sayısız yöntemler denedi.

Her birinin bir diğerini arattığı sayısız sınav sistemi devreye sokuldu. Anlayacağınız elimizde eski bir bohça var ve her gelen bir yama atıp gidiyor.

Son yirmi yıldır AK Parti hükümetleri döneminde çıkıp da kimse; “içerisinden kaliteli düşünce, bilim, sanat, edebiyat ve felsefe adamları çıkaracağımız, bize ait bir sistemi nasıl inşa ederiz” diye sormadı.

Cumhurbaşkanı’nın bile eğitim sisteminden rahatsızlığını dile getirdiği bir ülkede, kimse eğitimin yapısal sorunlarını bir zihin sorunu olarak gündeme getirme cesaretini gösteremedi.

Anlayacağınız 18. yüzyılda Rousseau’nun ileri sürdüğü anlayışın da gerisinde bir zihin fukaralığı sergileniyor…

Salgın sürecinde “nesil elden gidiyor” diye haykıran köşe yazarları da dâhil olmak üzere sivil toplum ve siyaset dünyasından kimse son elli yıldır kaybedilen neslin müsebbibi olarak mevcut eski eğitim sistemini göremiyor.

Eğitimi, İngiliz anahtarı gibi işlevsel bir araç olarak görüyorlar ve bu sebeple köklü bir reforma tabi tutmuyorlarsa ona bir şey diyemem. Eğitimden daha iyi bir araç bulamazlar.

Ancak ülkede topyekûn bir silkinme, düşünce, kültür, sanat üretiminde bir hamle ve bunu başaracak kaliteli nesiller arzu ediliyorsa bu alana cesaretle yaklaşılmalı ve eğitim meselesi ciddiye alınmalıdır.

Bu tek-tipçi yapılanmadan kurutulmak durumundayız. Günü kurtarmak için değil bu ülkenin çocuklarını düşündüğümüz için bunu yapmalıyız.

Benim önerim net; gelin önce bir maarif vakfı kuralım ve burada her kesimden(torpilliler ve çıkarcılar giremez) eğitimi dert edinen kaliteli insanlarla yeni bir sistem üzerine çalışalım.