Dolar (USD)
32.66
Euro (EUR)
34.78
Gram Altın
2506.28
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

14 Kasım 2022

Türkiye'nin dönüşümü

Türkiye son yıllarda büyük bir dönüşüm içinde…

İktisadi, siyasi ve toplumsal alanlarda yaşanan bu süreç sonunda ortaya çıkacak sonuçlar Türkiye’nin gerek bölgesinde gerekse küresel çapta söz sahibi olmasını destekleyecektir.

Türkiye, yeni ekonomi modeliyle birlikte üretim, yatırım, istihdam ve ihracat odaklı bir süreç içerisine girdi. Üretimin artması için yatırımların artması, yatırımların artması için de alt yapının güçlü olması gerekir.

2002 yılında Türkiye’de 192 olan OSB (Organize Sanayi Bölgesi) sayısı 2022 yılında 379’a yükseldi. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca kuruluş onayı verilen OSB sayısı 345 iken Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kuruluş onayı verdiği tarım ihtisas OSB sayısı 34 oldu.

2002 yılında OSB’lerde 11 bin 395 işletme bulunurken 2022 de 70 bin civarına çıktı.

İstihdamın en önemli merkezlerinden biri olan OSB’ler 2 milyon 300 binden fazla kişiye istihdam sağlıyor.

Yollar, köprüler, havalimanları, nitelikli insan kaynağı gibi birçok alt yapı yatırımının yapıldığı Türkiye’de hem yurtiçi hem de bölgesinde üretim ihtiyacını karşılamak üzere büyük atılım gerçekleştiriyor.

Toplumsal dönüşümün en önemli kısmı nitelikli insan kaynağıdır.

Türkiye, Teknofest sayesinde Anadolu’nun her yerinden gençlerin yarışmaya dâhil edilmesiyle zihni bir dip dalgası oluşturmaya devam ediyor. Önceden Ankara ve İstanbul’dan belli başlı üniversitelerin akademik personellerinden ileri teknoloji projeleri çıkarken artık Anadolu’nun birçok bölgesinden sadece lisans da değil lise düzeyinde bile birçok proje üretilmeye başladığına şahit oluyoruz.

“Z” kuşağı olarak etiketlenmeye çalışılan Türk gençliği Teknofest gibi yarışmalar sayesinde Türkiye’yi gerek bölgesinde gerekse küresel çapta söz sahibi yapacak çalışmalarla geliyor.

TUSAŞ Genel Müdürü Temel Kotil’e sorulan “Bu kadar kısa zamanda Türk savunma sanayisi bu başarıları nasıl elde etti?” sorusuna verdiği cevap çok manidar. “Gençlerle”

Birkaç sene önceye kadar Türkiye’de uçak mühendisliği okuyan bir gence “Türkiye uçak mı üretiyor bölümü bitirip işsiz mi kalacaksın?” yorumları yapılırken bu soru artık tarih oldu.

Türkiye Milli Muharip Uçak üretimi ve silahlı ve silahsız insansız hava araçları üreterek dünyada söz sahibi olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.

Türkiye’nin devlet, piyasa ve toplum yapısındaki derin dönüşüm Türkiye’nin gelecek yüzyılda hak ettiği noktalara gelmesini sağlayacak şekilde düzenlenmesi elzemdir.

Teknoloji üreten Türkiye’nin orta gelir tuzağından kurtulmayı sağlayacak en önemli adımı olarak gösterilebilir.

Savunma sanayinde yakalanan yüksek teknolojili üretim başarısı TOGG ile sivil sektörlere taşınmış oldu. Bu gibi yüksek teknolojili sanayi sektörleri, oluşturdukları yan sektörlerle birlikte yeni yüksek teknolojili istihdam alanlarının da oluşmasını sağlıyor.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte bürokrasinin azalması, yatırım imkânlarını artırıp hızlı karar alınmasını sağlarken ekonomik büyümeyi ve istihdam artışını da destekliyor.

Bu da devlet, piyasa ve toplum üçlüsünün dönüşümü birlikte olması gerektiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Bugün, dünyada en önemli güçlerden biri olan Çin’in dönüşümü de bu üçlünün birlikte hareket etmesiyle birlikte sağlanmıştır. Devlet kapitalizmi formatıyla adeta kendi vatandaşlarının emeğini sömürerek yükselen bir Çin modeli ile değil, vatandaşların nitelikli insan kaynağı hâline gelmesiyle yüksek katma değer üreten bir model uyguladığımız görülüyor.

Ancak bu süreçte yaşadığımız sorunları da görmezden gelmemek gerek. Bu model değişikliği sürecinde yüksek kârlılık elde eden işletmelerin bu artan kârlılığı çalışanlarıyla bölüşmediği verilere yansıyor.

Büyüme oranları verilerine bakıldığında GSYİH içindeki işçi ücretlerinin payı giderek azalıyorsa burada ciddi bir sorun var demektir.

Aralık ayına yaklaşılmasıyla birlikte yeniden tartışılmaya başlanan “Asgari Ücret” konusu herkesçe önemli bir konudur. Çalışan ücretlerinde yapılacak artışın fiyatlara fazlasıyla yansıtılması kârlılığı artırırken enflasyonu daha kronik bir hâle sokmaktadır. Ücret artışının enflasyonu artırmayacak bir şekilde çözülmesi gerekir. Bunu da yine devlet, piyasa toplum üçlüsünün kendi aralarında yapacakları düzenlemelerle başarılabilir. Aksi hâlde bir tarafından onarılırken diğer taraftan başka bir arıza çıkmaya devam ediyor.

İşletmeler elde ettikleri yüksek kârlılığı ya çalışanlarıyla bölüşmeli, ya da yeni yatırımlarla yeni istihdam alanları oluşturmalıdır. Toplumsal refah artışı ancak bu şekilde sağlanabilir.