Türkiye'nin büyüğü yeniden ahlakla kurulur
Dünyada kurulan medeniyetler, hepi topu insanlardaki parmak sayısı kadardır. Bunların arasında dünyayı en çok etkileyen Batı ve İslam medeniyeti olmuştur. Çoğu medeniyet için kati olarak söylenemez ama Müslümanlar için söylenebilir. O da “Müslümanları tarihten çekin veya dünyada yaşamamış farz edin belki de elinizde insanlık adına koca bir yoz tarih kalacaktır.”
İnsan için tarihi sonradan yazmak kolaydır belki.
Ancak ânı yaşarken tarihi oluşturmak çok zordur. O tarihi oluşturan kişilerin,
dönemini ahlaklı ve adil yapabilmesi zorun da zorudur.
Tarihi buradan takip eden bu çağın Müslümanı, bu makalenin
yazıldığı yıllarda geçmişin yüksek ahlak mesellerini kolayca harcamakta idi.
Bunu yaparken aslında belki kendini avutmakta belki de ruhsal yönden tatmin
olmaktaydı. Kötüye karşı geçmişin yüksek ahlak örneği zaten çokça bulunuyordu.
Konstantinapol Fatihi Sultan Mehmed’in Kadı huzurunda
mahkeme edilmesi, İmam Ebu Hanîfe’nin zalime karşı duruşu ve şehadeti, Şeyh
Şamil ve Aliya’nın Hazreti Hamza cesareti, Abdülkadir Geylani Hazretlerinin
eşkıyaya dahi yalan söylemeyen dürüstlüğü, Hazreti Ebubekir’in zengin cömert
oluşu ve sadakati, Yunus Emre’nin yüce gönlü ve daha binlercesi.. bunların hepsinin
Son Peygamber Hazreti Muhammed’de kemâle ermesi ile geçmişten verilen yüksek
ahlak örnekleri…
Müslümanların yaşadığı örnek teşkil eden yüksek ve
güzel ahlak meselleri boldur ve övünülecek türdendir. Ancak bu yüksek ahlak örneklerinin var olması ve o dönemin yüksek
kalitesi sanki o zamanki insanların cennette yaşamış zannettirmemelidir.
Tüm bu yüksek ahlakı, kötülerin ve kötülüğün olduğu bir dünyada yaşamışlardır.
Ve ayrıca bu insanlar kötülüğün sebebi olan bireysel ve toplumsal nefsi ve bu
nefsle mücadele yollarını bilmişlerdir.
Böylece bugün anlatagelen o güzel, o yüksek ahlakın
sahibi olabilmişlerdir. Geçmiş devletlerin içinde ideal olan, hayalde ve
hedefte olan, “ben de bu dönemlerde
yaşamak isterdim” rüyası ile tıpkı bir dünya cenneti dönemler elbette ki boldur.
Ancak yeryüzü cehennemini andıran, aynı ya da ayrı vakitlerde
mücadele ve haksızlıkların sürekli olduğu dönemler de var. Bu cehennemi andıran
dönemleri oluşturanlar azınlık da değiller. O günün kötüleri oldukça kalabalık
yapılar da oluşturmuş. Bireysel ve toplumsal
nefs varsa ve terbiye edilmemişse elbette ki bunlar, sürekli halde kötülük
yapacaktır. Böyle bir nefsin becerdiği en büyük iş zaten hem kendini hem
toplumu yüksek ahlaktan uzak tutmak olacaktır.
Böyle nefsler yüzünden Sahabe dönemi büyük mücadeleler
neredeyse hiç durmamıştır. Emeviler, Abbasiler, Nureddin Zengiler,
Harezmşahlar, Selçuklular, Osmanlı,… hangi devleti ele alırsanız alın her
birinde bin bir zorluklar yaşanmıştır. İmamı Azam, İmamı Şafii,... daha nice âlim
ya işkence altında öldürülmüş ya da sürgün edildiği yerde öldürülmüştür.
İyi ve iyi olana özlem, övünç ve özenme iyi bir
haslettir. Özlemle geçmişi hatırlayan bugünün insanı, o özlem duyduğu yüksek
ahlaka ulaşmayı elbette ki şiâr edinmelidir. O yüksek ahlakı sadece hatırlatmak,
anlatmak ve yâd etmek işin aslı olamaz.
İyi insanların insanlığa bıraktığı örnekler,
yaşanmadıktan sonra insanlık için kurtuluş beklemek beyhude bir hayalcilik olur.
İnsanı ve insanlığı kurtaracak olan yegâne iş, Müslüman denilince akıllara
gelen mutlaka yüksek ahlak sahibi ve merhametli biri olmasıdır.
Bunun yolu da dün ve
bugün olduğu gibi insanın en büyük düşmanı olan bireysel ve toplumsal nefsi
terbiye edip bunun sayesinde de güzel ve yüksek ahlaklı insan olmaktır. Ayrıca böyle insanlar yetiştirebilmektir.
Ancak bu şekilde Türkiye’nin büyüğü
yeniden kurulur. Ancak bu şekilde Dünyanın
bir yenisi inşa edilebilir. Başka yol da çare de asla yoktur.