Türkiye'mizi üzmeyelim!
Türkiye’mizle biz bize kaldık.
Dağlarında kekik kokusu, dört tarafını çiçekler renk renk sarmış. Sahilde
denizin, karada ırmakların sesini duymak
ne güzel. Bir kilim gibi içimizi nakış nakış işliyor ve içimizde bir ferahlık. Türkülerimiz içli, hüzünlü, mutlu, coşkulu;
hikâyelerimiz insanımızın güzel yüzünü anlatıyor ve toprak kokuyor, Anadolu var
buram buram.
Hepimize yeter bu cennet vatan.
Gelin birlikte sevelim bu ülkeyi, birlikte yürüyelim geleceğe. Birlikte ağlayıp
birlikte gülelim. Türkiye’m, güneş gibi
sıcak ve aydınlıktır yüzü. Isıtsın kimsesizlerin üşüyen bedenini, sarsın
ruhumuzu ve kalplerimiz arınsın. “Memleketimi seviyorum:/Çınarlarında kolan
vurdum, hapishanelerinde yattım./Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı/memleketimin
şarkıları ve tütünü gibi.” Nazım’ın dizelerini okuyup sevelim
memleketimizi ve şarkılarımızı dinleyelim.
Yorulduk. Yeter! Hayır dediğimiz kim, kabul ettiğimiz
kim? Hepimiz bu toprakların, bu
ırmakların, bu dağların, bu ovaların, bu tarlaların ve bozkırların göğsünde
uyuduk, büyüdük ve aynı gökyüzünün altında ellerimizi açıp dua ettik. Bin
yıllık Anadolu toprağı kundak oldu hepimize, onunla büyüdük; öldük mezar oldu,
bedenimizi koyduk. Aynı ninnilerle uyuduk, aynı sofrada doyduk. Burası Anadolu!
Orhan Veli, “Neler yapmadık şu vatan için!/Kimimiz öldük;/Kimimiz nutuk söyledik.”
derken ne kadar da haklıydı. Şu mübarek topraklar için ölmeyen var mı? Şehit
vermeyen il, ölünmeyen toprağımız var mı? Köşe bucak, uzak yakın, dağ taş, ova,
bozkır hangi köşesi için hasret duymuyoruz? Hangi köşesine koşmuyoruz, hangi
dağında fidanlarımız boy vermiyor? Ahmed
Arif’e katılmayan var mı? “Dağlarının,
dağlarının ardı/Nasıl anlatsam…/Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz./Çırılçıplak,/Vay
kurban…/Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda/Yiğitlik, sen cehennem olsan
bile/Fedayı kabul etmektir,/Cennet yapabilmek için seni,/Yoksul ve namuslu
halka./Bu’dur ol hikayet,/Ol kara sevda.”
“Yurdum gibi yaralıyım” demişti Ahmet Erhan, şimdi
birlikte saralım yaramızı ve kapatalım aramızı. Hatırlar yıktık. Gözyaşı döktük. Ayrıldık.
Hasret kaldık. Birbirimize küstük.
Öldük! Hep al bayrak göklerde nazlı nazlı süzülsün diye. Şimdi çiçek
toplamaya çıkalım. Göğsümüzde büyüyen memleket sevgisini ekmeğimize katalım. Anadolu,
binbir çeşit güzelliğin serildiği yer sofrasıdır. Oturmayalım mı aynı
sofraya?
Bugün başka olsun. Yeni bir gün,
yeni bir yol, yeni bir yüzyıl başlasın, başlatalım. Şaşırtalım, akıllar dursun, kalpler sevinçle
vursun. Aynı ağacın gölgesinde oturalım. Bugün başka olsun.
Dilimiz yumuşasın. “Söz ola kese savaşı söz ola bitüre başı/Söz
ola agulu aşı balıla yağ ide bir söz” diyen Yunus’u dinleyelim. Gönüllerimiz şâd olsun. Soframız daha büyüsün. Damağımızdan
ekmeğimizin tadı eksilmesin. Komşu komşunun külüne muhtaç olur da gülüne muhtaç
olmaz mı? Bugün başka olsun, gül dikelim birlikte. İlhan Berk geliyor aklıma ve
o güzel şarkı: “Seni düşündükçe/Gül dikiyorum elimin değdiği yere/Atlara su
veriyorum/Daha bir seviyorum dağları.” Sevdiklerimizi düşünüp gül
dikelim. Gül bahçesine dönsün memleketimiz.
“Sen vatanımsın,
ekmeğimsin/Duyduğum, bildiğim zafersin yıllarca…” diyordu
Turgut Uyar. Ekmeğimizi bölüşmeyi, büyütmeyi öğrenmeli. Kavgamız, sevdamız bu
memleket içinse aynı zafer için baş koymalı. Bu topraklara sırladığımız nice
sevdanın, nice aşkın ve âşığın, nice kahramanın, nice şehidin, yerin göğün,
bulutların, çiçeklerin, kuşların, çocukların ve eli nasırlı, yüreği hasretle
çarpan annelerin hatırına sevelim ve yaşasın yurdumuz, Türkiye’mizi üzmeyelim!
Ve son sözü Fazıl Hüsnü söylesin: “Allah bir nefes gibi yakın/Gökyüzü bir
nefes kadar uzakta./Gidecektir kâinatın son zerresine dek/Hürriyetiniz, bu
toprakta.”