Türkiye'deki elit zümrenin servet kavgası
Eric Hoffer, “Kesin İnançlılar” adlı kitabında, “Bir kitle hareketi kolayca kendini başka bir kitle hareketine dönüştürebilir” diyor. Türkiye’deki siyasi arenaya ve ittifakların birbirleriyle olan ilişkilerine bakıldığında bu tespitin ne kadar da doğru olduğu ortadadır.
Şimdi size asıl rekabetin nerede cereyan ettiğini
anlatacağım. Bilindiği gibi Fransız devrimi öncesinde toplumda ciddi bir kast
sistemi vardı. Aristokratlar, din adamları, halk ve
burjuvazi.
Aristokratlar ve din adamları ayrıcalıklı sınıfı oluşturuyor
ve vergi ödemiyorlardı buna mukabil halk ve zengin tabaka olmasına rağmen
burjuvazi de vergi ödüyor ve imtiyaz sahibi değillerdi. Asıl sıkıntı da buradan
çıktı.
Burjuvayı halk
tarafına iten temel etkenlerden biri de buydu. Türkiye’de ise böyle bir burjuva
sınıfı oluşmadı.
Ne oldu biliyor musunuz? Küçük
elit bir zümre, devleti kaynak olarak görerek tüm serveti kendilerine aktarmayı
tercih etti. Bunu da halkçılık kisvesi altında yaptılar.
Burada Atatürk’ü
çıkarları uğruna kullanan halktan kopuk, tepeden inmeci Kemalist elit zümrenin
kendilerine münhasır bir saltanat inşa etme sürecini kastediyorum.
Bana “1950 ile 2023 arasında
olan bitenleri bir cümleyle özetler misiniz” deseler; “Elli yıldır küçük bir
elit zümrenin tekelinde olan devletin kaynakları son yıllarda toplumla
paylaşılmaya başlanmıştır” derim.
Bu öyle bir zümre ki Fransız ihtilalinde aktif rol oynayan
burjuva sınıfı gibi bir tavır ortaya koymadı tam tersine yıllardır halkı
aşağılayarak, tepeden bakarak ve onları devletin kaynaklarından uzak tutarak
tamamen kendilerine çalıştılar.
Örneğin Atatürk, “köylü milletin efendisidir” derken bu elit
zümreye göre onlar Hasso, Memo, yobaz, gerici, cahil, göbeğini kaşıyan, bidon
kafalı, işe yaramaz yığınlardı.
Yani onlar, halkı bu
zümreye gelir getiren bir aparat olarak gördü.
O yüzdendir ki
yıllardır İstanbul’un en lüks semtlerinden ve kıyı şeridinde hali vakti yerinde
olanlardan oy topladılar.
Asıl amaçları yasama, yürütme ve yargıyı ellerinde
bulundurarak, devletin halka ait ekonomik kaynaklarına hükmetmektir.
Bu sebeple devleti
mutlak anlamda hükmedecek bir vesayet sistemi tesis edildi. Bunu, ülke
servetinden sadece bu ideolojiye mensup, yazar, sanatçı, sinemacı, aydın,
siyasetçi ve bürokrat sınıfının faydalanması için yaptılar.
O yüzdendir ki ülke serveti ne zaman halka doğru akmaya
başlasa koro halinde “ laiklik elden gidiyor” dediler. Oysa gerçekte elden
gidilmesinden korkulan şey, servetti.
Erdoğan, ülke servetini
toplumla paylaşmaya başladığı günden beridir onlar nezdinde “diktatör” olarak
görülme başlandı. Anlayacağınız asıl kavga, bu elit zümrenin ülke servetini
yeniden ele geçirme kavgasıdır.
Ali Fuat Gökçe’nin
profesörlük unvanı neden verilmiyor?
Ali Fuat Gökçe, Gaziantep Üniversitesi Siyaset Bilimi ve
Kamu Yönetimi bölümünde Doçent olarak görev yapan kaliteli bir akademisyendir.
Aynı zamanda yıllarca
PKK ile savaşan ve Türk Silahlı Kuvvetleri Üstün Cesaret ve Feragat Madalyasına
sahip emekli bir subayımızdır.
Ali Fuat Hoca, 7 Nisan 2017 yılında doçent oluyor ve 7 Nisan
2022 yılında da doğal olarak beş yıllık bekleme süresini dolduruyor.
Normalde profesörlük
unvanının verilmesi icap eder değil mi? Ne var ki Ali Fuat Gökçe, bir yıldır
profesörlük kadrosunun açılmasını bekliyor ancak bu gerçekleşmiyor.
Rektörün “ben bir
kişiye ilan çıkarmıyorsam o ya PKK’lıdır ya da FETÖ’cüdür” dediği iddia
ediliyor. Bu ifadeler yıllardır terör örgütleriyle savaşan Ali Fuat Hoca’yı
derinde yaralıyor ve rektörü bu ifadelerinden ötürü mahkemeye veriyor.
Öyle ya iddia ettiği
gibiyse şahsına soruşturma açtırması gerekmez miydi?
Şimdi bizde buradan soruyoruz? Ali Fuat Gökçe’nin süresi
dolmuş olmasına rağmen yani hak etmiş olmasına rağmen neden profesörlük unvanı
verilmiyor? Sebep nedir?