Türkiye'de Gerçekten Kürt Sorunu Var Mı? Kürt Kimliği; (2)
Tarihsel süreçte Yavuz Sultan
Selim Han’dan sonra Osmanlının son dönemlerine kadar Türklerle uyum içerisinde
yaşayan Kürt Halkı, özellikle Cumhuriyetin ilanından sonra yaşadığı coğrafyada
farklı bir kategoriye konulmuş ve 90’lı yıllara gelinceye kadar da sistemli bir
asimilasyona tabi tutulmuştur. Gerek sosyo-kültürel olarak ve gerekse millet
olarak yok sayılmış, resmî ideoloji ve onu temsil eden bürokrasi tarafından var
kabul edilmemişlerdir.
Cumhuriyetin ilanından sonra
ülke genelinde özellikle İslâm’ın itibarsızlaştırılması ve yeni nesillere yavaş
yavaş unutturulması şeklinde izlenen politikalar gereği halka uygulanan inançla
ilgili baskı, zamanla Kürtler tarafından Türklerin yaptığı ırkçı baskı olarak
algılanmıştır. Bunda en büyük etken dışlanan terk edilen doğu sorunu olmuştur.
Batıdan şarka sürülen
problemli ve çeşitli suçlara bulaşmış bürokratlar eliyle dayatılan yanlış
tavırlar ve her karşıt fikir, şarkta Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir öfkeye
dönüşmüştür. Özellikle darbe dönemlerinde Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan
ölümler, işkenceler ve insan onurunu hiçe sayan aşağılamalar zihinlerde yer etmiş,
bölge halkı arasında anlatılmış ve halen de yazılıp çizilmektedir.
Elbette, Türkiye Cumhuriyeti
devletine ve onun yetkililerine karşı biriken öfke ve hınç zamanla eğitimsiz
kalan halk içerisinde Marksist bir örgüt olan PKK’nın ortaya çıkması ve
terörist faaliyeti için mümbit bir zemin teşkil etmiştir.
Ülkemizin son kırk yıldır
yaşadığı, her açıdan kalkınmasını ve gelişmesini engelleyen bu en büyük
toplumsal sorunu ortadan kaldırmak üzere geçtiğimiz yıllarda devletimizin büyük
özverilerle ve büyük bir riski göze alarak başlattığı ve yaklaşık iki sene
zarfında yürütmeye çalıştığı çözüm sürecinin başarıyla tamamlamasına katkıda
bulunmak maksadı ve düşüncesi ile bölgeye yaptığımız ziyaret sonucunda Kürt kimliği
ile ilgili oluşan kanaat ve tespiti şimdi sizlerle paylaşıyorum.
Bu tespitler o dönemde çözüm
sürecinin ulaştığı aşamada ASDER-ASSAM (Adaleti Savunanlar Derneği-Adaleti
Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği) raporu olarak kamuoyu ile
paylaşılmış, devletin tüm kademelerine ulaştırılmıştı.
Raportörlüğünü bizzat yaparak
kaleme aldığım rapordan esinlenerek elde ettiğimiz Kürt kimliğinin Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde dört kategori üzerinde oluşmuş olduğunu net
olarak ifade etmeliyim.
Bu tespiti raporumuzdan
olduğu gibi alıyorum;
Birinci grup Kürtler, Ehl-i
Sünnet (Sünni) ve ümmet anlayışına, İslâmî düşünce hassasiyetine sahip olan
gruptur. Bunlar, Türklerle Kürtlerin iç içe girdiği, kız alıp verildiği ve etle
tırnak gibi birbirinden ayrılmaz bir birliktelik içerisinde olduğunu savunan
topluluklardan oluşmaktadır.
Bu grup, Türkiye’den
ayrılmayı istememekte, silahlı mücadeleyi de asla tasvip etmemektedir. Temel
hak ve özgürlükler ile demokratik haklar konusunda diğer üç grupla aynı
paralelde düşünmekte ve aynı beklenti içerisinde olduklarını ifade
etmektedirler.
Yine problemin “Türklük’’ ve
“Kürtlük” meselesinden ziyade bölgede emeli olan emperyalist güçlerin araya
soktuğu nifak tohumlarının sonucu olarak ortaya çıktığını değerlendirmektedir.
Ayrıca sorunu bir “rejim’’ sorunu olarak görmektedirler. Ancak burada inançları
nedeniyle rejimin zulmüne, bunun yanı sıra “Kürt’’ olmaları sebebiyle ayrıca
baskıya maruz kaldıklarını savunmakta; dolayısı ile Türklere göre daha fazla, yani
iki kez zulme maruz kaldıklarını ifade etmektedirler.
Bu grupta Ehl-i Sünnet
(Sünni) olmakla beraber Kürtlerin Kur’an’a göre Allah’ın her millete
tanıdığı yaradılış haklarından mahrum edildiklerini belirtmekte, Kur’an’a
ve Sünnete uygun temel hak ve özgürlüklerin Kürtlere de tanınması
gerektiğini ifade etmektedirler.
Bu gibi temel hakların ve
özgürlüklerin verilmemesi, üstelik halka baskı yapılması ve demokratikleşmeden
uzak bir toplum hayatının yaşanmasının doğal sonucu olarak silahlı bir eylemin
ortaya çıktığını kabul etmektedirler.
Bu grup devletin Kürtlerle
alakalı meseleleri çözmekte yetersiz kaldığı, uzun süre sürüncemede bırakarak
mağduriyet oluşturulduğunu düşünmekte, temel özgürlüklerin muhakkak verilerek
akan kanın durdurulmasını istemektedirler.
Marksist-Leninist bağlamda
PKK sempatizanları olan kesimi oluşturmaktadırlar. Nispeten azınlıkta kalan bu silahlı siyasal grup, her durumda
Türklerin Kürtlere baskı ve zulüm yaptıklarını, Kürtlere hayat hakkı
tanımadığını düşünmekte ve bu haklarının elde edilebilmesi için silahlı mücadeleyi tam desteklediklerini
ifade etmektedir. Çözüm sürecinin akamete uğraması veya sonuç alınamaması
durumunda yeniden silahlı savaşa başlayacaklarını ifade etmektedir.
Bunlar, Hür Dava Partisi
(HÜDAPAR) taraftarlarından oluşmaktadır. Bu oluşum da siyasi nitelikli olup
başlangıçta silahlı mücadele ile bir sonuç alınamayacağı düşüncesinde iseler de
1990’lı yıllarda “Hizbullah’’ ismi altında silahlı faaliyet gösteren ancak daha
sonra silahlı mücadeleyi terk eden grubun mensubu veya sempatizanı olarak
değerlendirilebilecek düşüncedeki Kürt halkının bir araya gelerek kurduğu bir
Kürt Partisidir.
Devletle yürütülen çözüm
süreci müzakerelerinde HDP / PKK’nın Kürtlerin yegâne temsilcisi olmadığını ve
devlet tarafından çözüm görüşmelerinde PKK ile HDP ’nin tek başına muhatap
alınmaması gerektiğini düşünen muhafazakâr kesimi temsil etmektedir.
Bu tespitlerden anlaşılacağı
üzere devlet politikası PKK Terör Örgütü ile askerî mücadelesini sürdürürken
halka yönelik olarak siyasî ve demokratik girişimlerde bulunarak meselenin
çözümü noktasında adım atılmaması sorunun bölgede kangren haline gelmesinde
etkili olmuştur.
Yakın geçmişte Cumhurbaşkanı
Turgut Özal ve Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis bu anlamda adım atılmak
üzereyken şüpheli bir kaza ile Orgeneral Eşref Bitlis’in şehit olması bu süreci
akamete uğratmıştır.
Ancak son dönemde siyasî
adımlar atılmış ve anadilde eğitim, “Kürtçe Dili” ile yayın yapan “TRT Kürdi”
kanalı gibi adımlar bölgede devlet halk sempatisini yeşertmeye başlamıştır.
15 Temmuz darbe girişimi ile
anlaşılmıştır ki Kürt halkı ile devlet arasındaki bağı yeniden tesis etmeye
yönelik gündeme alınan çözüm süreci sabote edilmiştir. 15 Temmuz sürecinden
sonra prangalarından kurtulan Türk Ordusu ve adında millî kelimesi olan Millî
İstihbarat Teşkilâtı gerçek anlamda millî çözüm adımlarını başarılı bir şekilde
hayata geçirmiştir.
Bu olumlu adımlar sonrasında Yavuz Sultan Selim döneminde İdris-i Bitlisi ile başlayan Türk-Kürt kardeşliği yeniden tesis edilmeye başlanmıştır.
Bir sonraki yazımız ortaya konulan sorunlar hakkındadır.