Dolar (USD)
34.56
Euro (EUR)
36.04
Gram Altın
3004.17
BIST 100
9443.39
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Ekim 2021

Türkiye'de Gerçekten Kürt Sorunu Var Mı? Kürt Kimliği; (2)

Tarihsel süreçte Yavuz Sultan Selim Han’dan sonra Osmanlının son dönemlerine kadar Türklerle uyum içerisinde yaşayan Kürt Halkı, özellikle Cumhuriyetin ilanından sonra yaşadığı coğrafyada farklı bir kategoriye konulmuş ve 90’lı yıllara gelinceye kadar da sistemli bir asimilasyona tabi tutulmuştur. Gerek sosyo-kültürel olarak ve gerekse millet olarak yok sayılmış, resmî ideoloji ve onu temsil eden bürokrasi tarafından var kabul edilmemişlerdir.

Cumhuriyetin ilanından sonra ülke genelinde özellikle İslâm’ın itibarsızlaştırılması ve yeni nesillere yavaş yavaş unutturulması şeklinde izlenen politikalar gereği halka uygulanan inançla ilgili baskı, zamanla Kürtler tarafından Türklerin yaptığı ırkçı baskı olarak algılanmıştır. Bunda en büyük etken dışlanan terk edilen doğu sorunu olmuştur.

Batıdan şarka sürülen problemli ve çeşitli suçlara bulaşmış bürokratlar eliyle dayatılan yanlış tavırlar ve her karşıt fikir, şarkta Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir öfkeye dönüşmüştür. Özellikle darbe dönemlerinde Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan ölümler, işkenceler ve insan onurunu hiçe sayan aşağılamalar zihinlerde yer etmiş, bölge halkı arasında anlatılmış ve halen de yazılıp çizilmektedir.

Elbette, Türkiye Cumhuriyeti devletine ve onun yetkililerine karşı biriken öfke ve hınç zamanla eğitimsiz kalan halk içerisinde Marksist bir örgüt olan PKK’nın ortaya çıkması ve terörist faaliyeti için mümbit bir zemin teşkil etmiştir.

Ülkemizin son kırk yıldır yaşadığı, her açıdan kalkınmasını ve gelişmesini engelleyen bu en büyük toplumsal sorunu ortadan kaldırmak üzere geçtiğimiz yıllarda devletimizin büyük özverilerle ve büyük bir riski göze alarak başlattığı ve yaklaşık iki sene zarfında yürütmeye çalıştığı çözüm sürecinin başarıyla tamamlamasına katkıda bulunmak maksadı ve düşüncesi ile bölgeye yaptığımız ziyaret sonucunda Kürt kimliği ile ilgili oluşan kanaat ve tespiti şimdi sizlerle paylaşıyorum.

Bu tespitler o dönemde çözüm sürecinin ulaştığı aşamada ASDER-ASSAM (Adaleti Savunanlar Derneği-Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği) raporu olarak kamuoyu ile paylaşılmış, devletin tüm kademelerine ulaştırılmıştı.

Raportörlüğünü bizzat yaparak kaleme aldığım rapordan esinlenerek elde ettiğimiz Kürt kimliğinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde dört kategori üzerinde oluşmuş olduğunu net olarak ifade etmeliyim.

Bu tespiti raporumuzdan olduğu gibi alıyorum;

Birinci Grup Kürtler

Birinci grup Kürtler, Ehl-i Sünnet (Sünni) ve ümmet anlayışına, İslâmî düşünce hassasiyetine sahip olan gruptur. Bunlar, Türklerle Kürtlerin iç içe girdiği, kız alıp verildiği ve etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz bir birliktelik içerisinde olduğunu savunan topluluklardan oluşmaktadır.

Bu grup, Türkiye’den ayrılmayı istememekte, silahlı mücadeleyi de asla tasvip etmemektedir. Temel hak ve özgürlükler ile demokratik haklar konusunda diğer üç grupla aynı paralelde düşünmekte ve aynı beklenti içerisinde olduklarını ifade etmektedirler.

Yine problemin “Türklük’’ ve “Kürtlük” meselesinden ziyade bölgede emeli olan emperyalist güçlerin araya soktuğu nifak tohumlarının sonucu olarak ortaya çıktığını değerlendirmektedir. Ayrıca sorunu bir “rejim’’ sorunu olarak görmektedirler. Ancak burada inançları nedeniyle rejimin zulmüne, bunun yanı sıra “Kürt’’ olmaları sebebiyle ayrıca baskıya maruz kaldıklarını savunmakta; dolayısı ile Türklere göre daha fazla, yani iki kez zulme maruz kaldıklarını ifade etmektedirler.

İkinci Grup Kürtler

Bu grupta Ehl-i Sünnet (Sünni) olmakla beraber Kürtlerin Kur’an’a göre Allah’ın her millete tanıdığı yaradılış haklarından mahrum edildiklerini belirtmekte, Kur’an’a ve Sünnete uygun temel hak ve özgürlüklerin Kürtlere de tanınması gerektiğini ifade etmektedirler.

Bu gibi temel hakların ve özgürlüklerin verilmemesi, üstelik halka baskı yapılması ve demokratikleşmeden uzak bir toplum hayatının yaşanmasının doğal sonucu olarak silahlı bir eylemin ortaya çıktığını kabul etmektedirler.

Bu grup devletin Kürtlerle alakalı meseleleri çözmekte yetersiz kaldığı, uzun süre sürüncemede bırakarak mağduriyet oluşturulduğunu düşünmekte, temel özgürlüklerin muhakkak verilerek akan kanın durdurulmasını istemektedirler.

Üçüncü Grup Kürtler

Marksist-Leninist bağlamda PKK sempatizanları olan kesimi oluşturmaktadırlar. Nispeten azınlıkta kalan bu silahlı siyasal grup, her durumda Türklerin Kürtlere baskı ve zulüm yaptıklarını, Kürtlere hayat hakkı tanımadığını düşünmekte ve bu haklarının elde edilebilmesi için silahlı mücadeleyi tam desteklediklerini ifade etmektedir. Çözüm sürecinin akamete uğraması veya sonuç alınamaması durumunda yeniden silahlı savaşa başlayacaklarını ifade etmektedir.

Dördüncü Grup Kürtler

Bunlar, Hür Dava Partisi (HÜDAPAR) taraftarlarından oluşmaktadır. Bu oluşum da siyasi nitelikli olup başlangıçta silahlı mücadele ile bir sonuç alınamayacağı düşüncesinde iseler de 1990’lı yıllarda “Hizbullah’’ ismi altında silahlı faaliyet gösteren ancak daha sonra silahlı mücadeleyi terk eden grubun mensubu veya sempatizanı olarak değerlendirilebilecek düşüncedeki Kürt halkının bir araya gelerek kurduğu bir Kürt Partisidir.

Devletle yürütülen çözüm süreci müzakerelerinde HDP / PKK’nın Kürtlerin yegâne temsilcisi olmadığını ve devlet tarafından çözüm görüşmelerinde PKK ile HDP ’nin tek başına muhatap alınmaması gerektiğini düşünen muhafazakâr kesimi temsil etmektedir.

Bu tespitlerden anlaşılacağı üzere devlet politikası PKK Terör Örgütü ile askerî mücadelesini sürdürürken halka yönelik olarak siyasî ve demokratik girişimlerde bulunarak meselenin çözümü noktasında adım atılmaması sorunun bölgede kangren haline gelmesinde etkili olmuştur.

Yakın geçmişte Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis bu anlamda adım atılmak üzereyken şüpheli bir kaza ile Orgeneral Eşref Bitlis’in şehit olması bu süreci akamete uğratmıştır.

Ancak son dönemde siyasî adımlar atılmış ve anadilde eğitim, “Kürtçe Dili” ile yayın yapan “TRT Kürdi” kanalı gibi adımlar bölgede devlet halk sempatisini yeşertmeye başlamıştır.

15 Temmuz darbe girişimi ile anlaşılmıştır ki Kürt halkı ile devlet arasındaki bağı yeniden tesis etmeye yönelik gündeme alınan çözüm süreci sabote edilmiştir. 15 Temmuz sürecinden sonra prangalarından kurtulan Türk Ordusu ve adında millî kelimesi olan Millî İstihbarat Teşkilâtı gerçek anlamda millî çözüm adımlarını başarılı bir şekilde hayata geçirmiştir.

Bu olumlu adımlar sonrasında Yavuz Sultan Selim döneminde İdris-i Bitlisi ile başlayan Türk-Kürt kardeşliği yeniden tesis edilmeye başlanmıştır.

Bir sonraki yazımız ortaya konulan sorunlar hakkındadır.