Türkiye Yüzyılı ve eğitim sistemi
Bilmediğini bilmeyen, kavrayış yetersizliği, tekerleme ezberleyen, soyut düşünceden uzak, otomatiğe bağlanmış fast-food bir eğitim ve obez beyinler…
Sonuç; kravat
aydınları, taklit, batıya karşı oluşta bile batıcı, miskin bir hayat, zevk ve
zihin kayması ve ihanet.
İşin hazin tarafı ne biliyor musunuz? Bunu milletin
paralarıyla bedavaya getirmeye çalışıyoruz!
Böyle bir çıkmazın içerisindeyiz, sevgili dostlar.
Oysa bugün
okullarımızda okuyan ortalama bir öğrenci, önüne dünya haritasını koyup, Cumhurbaşkanı'nın da sıklıkla ifade ettiği
gibi İslam ülkelerinin sınırlarını sorgulamalı ve bu coğrafyanın geleceğine
dönük yeni farklı projeler geliştirebilmelidir.
Kısacası hem ülkesinde hem de bölgesinde bir medeniyet
perspektifine sahip olmalıdır.
Eğitim, entelektüelliğin
birilerin inancına, diline, örtüsüne, görüşüne küfretmekten geçmediğini farklı
kimliklerin özgürce bir arada barış içinde nasıl yaşamaları gerektiğine dair
yeni sosyolojik fikirler geliştirmek olduğunu idrak ettirmelidir.
İnsan ve değerleri üzerine, yurdumuzun kökleri üzerine
temellendirilmelidir. Ahlak, erdem ve
vicdan sahibi fikir adamları, sanatçı, mimar, sosyolog, hukukçu, romancı,
siyasetçi, doktor, kimyager, mucit insanlar yetiştirmelidir.
Bu yüzden hep derim, eğitim meselesi önce bir zihin bir
anlayış meselesidir.
Bakınız geçmişte Nizamiye Medreselerinin karşısına Alamut Dershaneleri kurulmuştu. Gün geldi
karşımıza FETÖ okulları/dershaneleri
geldi.
O gün bu iki okulun çatışmasında kazanan taraf medreseler
olmuştu. Yani biz Türkler…
Peki, nasıl oldu bu?
İslam Felsefe Bilim Tarihi uzmanı İhsan Fazlıoğlu Hoca, bunu “Türk
Felsefe Bilim Tarihine Önsöz” başlıklı makalesinde detaylı bir biçimde
anlatır.
Selçuklular dönemindeyiz;
Bilindiği gibi Türkler İslam Medeniyeti’ne siyasî bir güç
olarak girdiklerinde İslam medeniyeti yaklaşık 400 yaşında bir medeniyetti.
Ne var ki İslam
Medeniyeti’ne siyasî/askerî bir güç olarak dâhil olduklarında, İslam dünyası
siyasî açıdan parçalanmış bir durumdaydı. İslam Medeniyeti’nin coğrafî
sınırları küçülmüş; pek çok coğrafî bölge, iç çatışmalardan da faydalanan dış
güçler tarafından işgal edilmişti.
Hakikati temsil ettiğini iddia eden onlarca dinî ve fikrî
okul aralarında çatışma halindeydi; öyle ki, birbirlerinin canlarına kast
etmekteydiler. Aklın parçalanmışlığı
siyasî parçalanmışlığın meşruiyetini sağlıyor; siyasî parçalanmışlık ise fikrî
parçalanmışlığı besliyordu.
Öte yandan dâhilî açıdan, İslam coğrafyası parçalanmış,
nerede ise her şehir birer devlet halini almıştı. Selçuklular, böylesi bir parçalanmışlığın yaşandığı ortamda ilk önce
merkezî devleti yeniden inşa etme ve siyasî birliği tekrar kurma yoluna gitmeyi
tercih ettiler.
İşe önce nereden
başladılar biliyor musunuz? Kuşkusuz eğitimden. Ortak aklı okullar aracılığıyla
tesis ettiler. Öyle ki bunun meyveleri çok bereketli oldu.
Bugün de Türkiye Yüzyılı için bir ortak akla ihtiyaç var.
İnanın bunun yolu da eğitimden geçiyor.
Üstadın dediği gibi
artık "yetiştirmemiz gerek, öğrenmemiz gerek" gibi tekerlemelerle
değil sağlam bir fikir sistemi inşa etmeliyiz demeye getiriyorum.
Aklıselim, kalbiselim, ilim, irfan ve ahlak sahibi kaliteli bireyler
yetiştirerek yola devam etmeliyiz. Ancak bunlar lafla olacak işler değil. Çok
çalışmak ve kafa yormak gerekiyor.
Eğitimde temel sorun; bir zihniyet sorunudur. Çocuk Allah'ın
aileye bir hediyesi, emaneti deyim yerindeyse bir tebessümüdür. Eğitimi bu
anlayış ve düsturla ele almak durumundayız.
Taklitten uzak, orijinal yerli fikir üretme müesseselerin yeniden hayat
bulması gayesiyle kolları sıvamalıyız. Bir o kadar da şevk ve heyecanla. Yoksa
şu anda milli eğitimde motivasyon sıfır!
Unutmayalım, bizi bir arada tutacak olan; ortak akıl, ortak
idrak, şuur ve yerli bir düşünce olacaktır.