Türkiye yüzyılı maarif modeli hakkında
Bilindiği gibi ülkeler eğitim felsefelerini, kendi düşünce birikimleri üzerine, kendi kültür uzayına göre belirleyip bu çerçevede sistemleştirirler.
Örneğin Fransız eğitim felsefesinin kökleri Dekart ve Kartezyen felsefeye dayanır. İngiliz eğitim sitemi ise John Locke ve tecrübi felsefeye, Almanların, İmmanuel Kant’a, Amerikan eğitim sistemi ise pragmatizme dayanır.
Bendeniz de neredeyse son on yıldır “Peki, Türk eğitim sisteminin felsefi kökleri nereye dayanıyor?” sorusunu sorar dururum. Zira karşımızda “taklit” ve “ithal” bir metotla yürütülen eğitim sistemi vardı.
Geçenlerde son on yıldır üzerinde çalışıldığı söylenen yeni müfredat “Türkiye yüzyılı maarif modeli” başlığı altında kamuoyuna tanıtıldı.
Müsaade ederseniz müfredatı önce eleştirel bir bakış açısı ile değerlendireceğim sonra da olumlu gördüğüm taraflarını ortaya koyacağım.
Şöyle başlıyor; “Türk eğitim sistemi bütün ideolojilerin üstünde millî bir şahsiyetin oluşumuna katkı sağlamak ve millî bilince sahip şahsiyetlerden oluşan bir toplum oluşturabilmek adına ahlaklı, erdemli; milleti ve insanlık için iyi, doğru, faydalı ve güzel olanı yapmayı ideal edinmiş bilge nesilleri hedefler.”
Öncelikle Türk eğitim sistemi bütün ideolojilerin üstünde değildir tam tersi ideolojiktir. Tam da sayın bakanın bundan on yıl önce müsteşarlığı döneminde ifade ettiği gibi; eğitim sistemi, resmi ideoloji üzerine kuruludur ve Atatürk milliyetçiliğini esas alır.
Diğer taraftan yeni müfredat ortak metninde şöyle deniliyor; “Eleştirel düşünebilen, sorgulayan, araştıran, mesuliyet ve ülkü sahibi; yalnızca medeniyete uyum sağlayan değil etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi nesiller yetiştirmek diğer hedefleri arasındadır.”
Gerçekten kulağa hoş gelen ancak bir o kadar da iddialı sözler bunlar. Ancak bizim okullarımızda eleştirel düşünme yoktur “itaat” vardır.
Medeniyet kurucusu ve geliştiricisi nesiller yetiştirmek için onlara evvela tarihimizi öğretmemiz gerekmiyor mu? Peki, bu çocuklar geçmişte yaşamış Müslüman bilim adamlarıyla tanıştılar mı?
Rahmetli Fuat Sezgin’in hangi eserini bu çocuklara tanıttık? O halde nasıl medeniyet kurucusu olabilecek bu çocuklar? Kaldı ki bu cümleleri kuranlar kendilerini öyle görüyorlar mı?
Kendi kıyafetlerini bile tercih edemeyen, okulda bir asker gibi nöbet tutan, tüm aktivitelerini bir zil vasıtasıyla yapan, okul hayatlarını, disiplin yönetmeliklerinin, kuralların ve tek saygı duyulması gereken öğretmenlerin belirlediği bir eğitim ortamında eleştirel düşünme gelişir mi?
Hal böyle olunca erdemli, ahlaklı, kaliteli nesiller yetişir mi? Son yıllarda sadece haber bültenlerinde izlediğimiz toplumsal bir yozlaşmanın yaşanmasında eğitimin rolü yok mudur?
Elbette vardır.
Bu yüzdendir ki yeni müfredatta, aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim sahibi nesiller yetiştirmek için madde-mana, akıl-duygu, nefis-vicdan, insan-toplum ve zaman-mekân dengesini gözeten bazı önemli hususlara değinilmiş.
En azından bu vakitten sonra bu değerlerin çocuklara verilmesi elbette büyük önem arz ediyor.
Örneğin bağımsız ve özgür düşünen, kendi düşünce süreçlerini geliştiren, farklı görüşleri eleştirip analiz eden, düşünce ve inançlarını özgürce ifade etme becerisi kazanırken kendi değer ve inançlarıyla uyumlu bir şekilde düşünerek karar vermeyi öğrenen bireylerin yetişmesi hedefleniyor.
İlme ulaşan, cesaretli, merhametli, ahlaklı, affedici, iyiliksever, vatansever, doğru, dürüst, kendine inanan ve güvenen nesillere ihtiyacımız var. Sadık Rıfat Paşa, Risalei-i Ahlak adlı eserinde zaten bunları uzun uzun anlatır. Müfredat metninde görünce sevindim.
Bu hedefler elbette anlamlı. Buna itirazımız olamaz. Ancak çürük temel üzerine yeni bina dikilmez diyorum.
Benim bu ülkenin eğitim sistemiyle ilgili önerim nettir; böyle kırılanı düzeltmekle uğraşmak zaman kaybıdır. Yeni baştan buraya ait, özgün bir eğitim felsefesinin üretilmesi elzemdir.