Türkiye, Pandemi Anlaşması'nı kabul etmemelidir.
Yerel seçimlerle ilgili tartışmalar, analizler, yorumlar bittiyse gerçek gündemimize dönebiliriz. Geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan küresel emperyalist düzenin tuzaklarından bahsetti. Tam da bu noktada bugün sizlere korkunç bir tuzaktan bahsetmeye karar verdim.
Bu öyle bir tuzak ki önümüzde bir ay var. Başlayalım.
Covid-19'dan bir ders çıkardıysak o da şu olmalıdır. O günlerde alınan kararlarla temel insan haklarımız kısıtlandı ve büyük bir korku pompalanmak suretiyle insanlar körü körüne itaate zorlandı.
DSÖ “Dünya tek sağlık” politikasını herkese uyguladı. Bu kurum, Aralık 2021'de pandeminin önlenmesi, hazırlık ve müdahaleye ilişkin yeni bir uluslararası “Pandemi Anlaşması” için müzakereler başlatmıştı.
Bugün yazacaklarımı ana akım medyada göremezsiniz o yüzden bu yeni anlaşmanın tehlikelerini anlatmaya çalışacağım.
BM'nin, demokratik olarak kontrol edilemeyen DSÖ'ye sağlık konularında totaliter yetkiler vermesi ve üye devletlerin buna karşılık gelen egemenliklerini ortadan kaldırmasını öngören bir anlaşmadan bahsediyoruz.
Bilirsiniz, DSÖ'nün yüzde 80'i bağışlarla finanse edilir. Bu bağışların büyük bir kısmı da Bill & Melinda Gates Vakfı'ndan (600 milyon dolar) ve aşı derneği GAVI'den (400 milyon dolar) yapılıyor.
Amerikalı Doktor Meryl Nass, bu tuzağı öngörenlerden. Diyor ki; “Eğer bu anlaşmayı durduramazsak DSÖ başkanı küresel bir sağlık diktatörü olarak karşımıza dikilecek.”
Şöyle düşünelim, uluslararası bir kurumun başkanı, neden Türkiye’deki bireylerin hayatını kısıtlayıcı kararların alınmasında bir numaralı aktör olabiliyor?
Covid-19 döneminde aldığı kararların çoğu anayasaya aykırı bulunmadı mı? Şimdi de bu konuda mahkemelerin de üstünde tam yetki istiyor.
Tıp alanında herhangi bir uzmanlığı olmayan DSÖ Başkanı nasıl olur da halk sağlığı acil durumu ilan edileceğine tek başına karar verebilir? Buna bu yetkiyi hangi demokratik organ sağlıyor?
Bunu sadece sağlık açısından düşünmeyiniz, bu aynı zamanda bir sonraki savaş veya karbon konusunda da olabilir. Bu anlaşmayı imzalayan bir siyasetçi Türkiye adına açık bir çek imzalıyor demektir.
Bu anlaşma, deneysel aşıların kullanımını yasallaştıracak, sağlık sansürü başta olmak üzere daha birçok hak gaspına neden olacaktır.
Ayrıca Uluslararası Sağlık Tüzüğü'nde, DSÖ'ye aşı uygulamasında tam yetki verecek. Finansörünü hatırlayınız!
Şunu demek istiyorum, bu anlaşmanın imzalanmasıyla birlikte Türk milleti olarak nasıl davranmamız gerektiğini DSÖ belirleyecek.
Hangi sağlık muayenelerini yaptırmamız gerektiğine ve hangi tıbbi tedavileri (örneğin ilaçlar ve aşılar) yaptırmamız gerektiğine karar verebilecek. Covid-19 döneminde bu olmadı mı?
Bu, DSÖ tarafından tehdit olarak sınıflandırılan aykırı kişilerin hareketlerinin izlenmesini ve kısıtlanmasını bile gerektirebilir. Tam diktatörlük.
Bu durum zamanla karbon ve iklim karantinalarında da başımıza gelecek. Yani elimizi verirsek kolumuzu kaptıracağız.
Anlaşma diyor ki; “Taraf Devletler, DSÖ'yü, uluslararası önemi haiz halk sağlığı acil durumu sırasında uluslararası halk sağlığı müdahalesinin rehberlik ve koordinasyon otoritesi olarak tanır ve uluslararası halk sağlığı müdahalesinde DSÖ'nün tavsiyelerine uymayı taahhüt eder.”
Eğer bunu yaparlarsa ortada ulusal egemenlik diye bir şey kalmayacak.
Bunu imzalayan herkes, anayasamızla güvence altına alınan birçok yetkiyi ve hakkı DSÖ'ye devretmiş olacak. Ve bunu bize bilim ve sağlık diye önümüze koyacaklar.
GAVİ’nin ve Gates’in güdümünde olan bir kurum, bize hangi bilginin doğru, hangisinin yanlış olduğuna karar verme cüretinde bulunacak. Bulunmadı mı? Covid döneminde bilimin, tez ve antitezden oluştuğu gerçeği yıkılmadı mı?
Türkiye, Uluslararası Sağlık Tüzüğü ve Pandemi Anlaşması'ndaki değişiklikleri kabul etmemelidir. Küresel emperyalizmin tuzağına düşmemelidir.