"Türkçenin Millî Muhafızı" Eserleriyle Yaşayacak
Perşembe günü vefat eden eleştirmen yazar Hüseyin Movit “Türkçemizin Millî Muhafazı”ydı. Ömrünü dilimize adamıştı. Artık eserleriyle aramızda yaşayacak.
Eleştirmen yazar Hüseyin Movit de büyük daveti aldı ve Perşembe günü dünyaya veda etti. Ertesi günü Balat Ferruh Kethüda Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Cuma günü Eyüpsultan Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Türkçemize ve basınımıza büyük emek veren merhum hakkında, başlıktaki unvanı ilk olarak fakir kullandı. Evet o hakikaten “Türkçemizin Millî Muhafızı”ydı. Üstelik bu hizmeti gönüllü olarak yapıyordu. 30 yılı aşkın süredir Türkçenin kavgasını büyük bir cesaretle ve metanetle veriyordu. 1990’da iki arkadaşıyla birlikte “Türkçe Gönüllüleri-Dil İzleme Grubu”nu kurdu. Basılı gazete, dergi ve kitaplarda dil hatalarını tespit etti. Yazılı basının yanı sıra radyo ve televizyonlardaki yanlışları da belirledi. Medyada görebildiği 40 bin civarındaki hata üzerinde durdu bunları arşivledi. Telefonla, mektupla, fax ve e-posta ile muhataplarına ulaşarak yanlışlarını bildirdi. Binlerce dil ve kültür makalesi yazdı. 35 bin twit atarak bu alanda dünya çapında bir rekor kırdı. Yüzlerce televizyon, radyo ve STK programına katıldı, görüşlerini açıkladı. 500’den fazla kitabı tashih etti ve yayına hazırladı. Türk Dil Kurumu ve ESKADER başta olmak üzere bazı kuruluşlardan ödüller aldı. Suçlular Aramızda/Medyanın El Kitabı, Türkçeyi Doğru Kullanalım, Yetişkinler İçin Türkçenin Doğrusu, Türkçenin Doğrusu Ve… ile Balat’ın İnsanları, kitaplarından sadece birkaçı. Basılmayı bekleyen daha pek çok eseri var. İnşallah bir yayınevimiz, bütün eserlerini topluca kültürümüze kazandırır.
KİTAPLARINI BAĞIŞLADI
Hüseyin Movit, 9 Ocak1940 tarihinde İstanbul’da doğdu. Yüksek tahsilini babasının hastalığı sebebiyle yarım bıraktı ve ticarete atıldı. Babası Hacı Salih Efendi, Beyoğlu’nun en meşhur lokantacısıydı. Ticareti bıraktıktan sonra kendisini tamamen dil çalışmalarına adadı. “Okuduğum ve bir daha okumayacağım kitap benim değildir.” diyerek, ihtiyacı olanlara kitap vermek başlıca alışkanlıkları arasındaydı. “Fener-Balat Semtlerinin Rehabilitasyonu Projesi”nde UNESCO tarafından akredite edilen Balat-Fener Güzelleştirme ve Kültür Derneği’nin Kurucu Başkanlığını yaptı.
TÜRKÇE SEVDALISIYDI
Asıl mesleği lokantacılık olmasına rağmen Movit’in gönüllü olarak Türkçeye sahip çıkması, olağanüstü bir hâldi. Sanıyorum bir benzeri dünyaya hiç gelmedi, bundan sonra da gelmeyecek. Türkçe deyince onun için akan sular dururdu. Gördüğü hataları mutlaka bir yere not eder ve muhatabına iletirdi. Bunlar arasında anlı şanlı köşe yazarları, sunucular da vardı. Ama pervasız bir şekilde hepsiyle görüşür ve hatalarını kibar bir şekilde söylerdi. Sadece yazım hatalarına dikkat etmez, telaffuz yanlışlarını da bulur ve tespit ederdi. Bana da hatalarımı bildirirdi. Genelde ya telefonla veya eposta üzerinden… Çok memnun olur, kendisine teşekkür ederdim. Hüseyin Hoca’nın fikirlerinden, tekliflerinden, itirazlarından ve ikazlarından çok istifade ettim. Bazıları ise bunu kabul etmez, hatalarında ısrar ederlerdi. Hüseyin ağabey de bunun üzerine o kişilerin isimlerini açıklardı. Olağanüstü bir bilgi ve hafızaya sahipti. Keşke bir Türkçe Sözlük hazırlayabilseydi. Kim bilir belki de hazırlamıştır.
Hakkında çok yazı yazdım, birkaç röportaj yaptım. Düzenlediğimiz toplantılara davet ederdim. Hiç kırmaz, kalkar gelir, konuşurdu. Sohbetleri de çok renkli ve keyifli geçerdi. Hazırlıklı gelirdi. Dinleyiciler istifade ederek ve memnun bir şekilde ayrılırlardı programlardan. Türkçe konusunda lakayt olanların biraz da korkulu rüyasıydı esasında. Çünkü dil konusunda hiç kimseyi affetmezdi. Kendisini de bu konuda bağışlamazdı. Yazılarının sonunda kullandığı meşhur sözü, “Sürç-ü lisan ettimse affolmaya” şeklindeydi.
KİRLENMEYE YOL AÇAN 9 SEBEP
Hüseyin Movit, hatalarımızın “sevap cetveli” gibiydi. Nerede yanlış varsa onu bulur ve açıklardı. Keşke ülkemizde her gazetenin, televizyonun, radyonun, derginin ve yayınevinin de hatalarımızı tashih eden birer Hüseyin Movit’i olsaydı. Türkçe muhabbetiyle her gün en az 18 saat çalışıyordu. İdealist ve örnek bir münevverdi. O artık bundan sonra eserleriyle, dil davası ve Türkçe aşkıyla aramızda yaşayacak. Türkçenin Doğrusu Ve… kitabının yeni baskısını, “Mezarı olan ya da olmayan kahraman şehitlerimizin anısına” ithaf etmişti. Daha ilk sayfalarda “Hepimizin Derdi Türkçe” diyordu ve dilde kirlenmeye yol açan 9 sebebi şöyle sıralıyordu: “İmla ve söyleyiş kurallarına uyulmaması. Doğru bilinen yanlışların kullanılması. Kelimelerin karıştırılması. Karşılığı olduğu hâlde, yabancı kelime kullanılması. Dilin kendi içyapısına uygun kullanılmaması. Cümle unsurlarının yanlış sıralanması. Kaynak kitaplarındaki hataların tekrarı. Kelimelerin doğru anlamı ile ve yerinde kullanılmaması. Dil bilinci ve sevgisinin olmaması.”
Hüseyin Movit demokrat bir insandı. Kendinden emin bir şekilde “Ben de hata yapabilirim. Böyle bir durumda asla affetmeyin, yanlışımı söyleyin.” diyordu. Dolayısıyla her türlü eleştiriye açık olduğunu ifade ediyordu. Eserlerinde, en sık yaptığımız hatalara şöyle işaret ediyordu: “Toplu katliam”, “jüri heyeti”, “demirbaş eşya”, “bütün herkes”, “inşaat şantiyesi”, “gemi tersanesi”, “gizli sır”, “nüans farkı”, “ticari taksi”, “yol güzergâhı”, “Arapça dili”, “çiçek buketi”, “geri iade”, “görevli memur”, “ilk peşinat”, “kırık fay”, “kira parası”, “nafaka parası”, “sıkı disiplin”, “sel suları.” Bir yazıda veya kitapta hata bulamadığı zaman mutlu olur, bunu da yazarına söylerdi. Bir gün Gürbüz Azak ağabeyimizle karşılaşır ve kendisine “Gürbüz Bey, 20 yıldır köşe yazılarınızı takip ediyorum. Hiç hata bulmadım. Teşekkür ediyorum.” demişti.
DİL’İ KENDİSİNE DERT EDİNMİŞTİ
Dilimizi kendisine dert edinmişti. ‘Gönül dili’ne de sahip olan, çelebi bir adamdı. Hüseyin Movit Hoca’nın akademik vasfı yoktu. Ama birçok gazeteciye, köşe yazarına, spikere, sunucuya, dergiciye, yazara ve yayıncıya uzaktan muallimlik yapıyor, işledikleri hataları işaret ediyor, onlara doğrusunu gösteriyordu. Bu arada eleştirisini nezaketle iletiyordu. Ama hatasında inat edenlere, ısrarla aynı yanlışı yapanlara da öfkesini gösteriyordu. Bu tepki şahsi değildi Türkçe adınaydı. Kolay değil gerçekten. Yüzlerce gazete, televizyon, radyo, dergi ve kitabı incelemek, takip etmek, yapılan hataları tespit etmek… Allah vergisi bir kabiliyetti bu, başka şekilde izah edilemez. Bütün amacı, topluma doğru dille hitap edilmesiydi. Bilhassa gazetecilerin, radyocuların ve televizyoncuların bu konuda önemli sorumlulukları bulunduğuna işaret ediyor, Türkçeyi konuşurken ve yazarken çok dikkat etmeleri gerektiğini hatırlatıyordu. Bir toplantıda, medyamızın “Türkçe İmtihanı”nda sınıfta kaldığını belirtmiş, bilhassa internetin yaygınlaşmasıyla vahim hataların çoğaldığına işaret etmişti. Ama yine de pes edilmemesi gerektiğini savunuyor ve “Türkçeyi aslından uzaklaştıranlarla sonuna kadar mücadele etmek zorundayız. Dilimizi korumak için başka çaremiz yok.” diyordu. En çok eleştirdiği hususlardan birisi de Türkçesi varken bir kelimenin yabancı asıllı şeklinin kullanılmasıydı. Ona göre bu aşağılık kompleksinden başka bir şey değildi. İnsan öz dilini kullanmalı, mecbur kalmadan yabancı kelimelere iltifat etmemeliydi.
VATANIMA BORCUMU ÖDÜYORUM
Gönüllü Türkçe uzmanı Hüseyin Movit kendi kendisini yetiştirmişti ama yetişmesinde emeği geçenleri de unutmamıştı. Bir toplantımızda, Mustafa Nafiz Irmak, Ercüment Ekrem Talu, Şiar Yalçın, Rauf Ulukurt, Refi Cevat Ulunay ve Metin Erksan’ın Türkçesinin gelişmesinde kendisine yol gösterdiğini ve öğretici olduğunu vurgulamıştı. Gayreti, himmeti çok olan Movit, bu çabalarını şöyle özetliyordu: “Dil ve kültür birbirini tamamlayan öğelerdir. Milletin varlığı devletle, devletin varlığı dil ve kültürle olur. Bu dil hepimizin. Dile gerekli önemi vermezsek başka kültürlerin etkisi altına girmiş oluruz. Vatanımın bana öğrettiklerini öğretmekle yükümlüyüm. Vatanıma olan borcumu ödüyorum.”
TÜRKÇEYE ADANIŞ
Hüseyin Movit bütün unvanların üstünde bir mevkie sahipti ve Türkçenin Türkiye’deki hakiki koruyucusuydu. Onun bir ‘alaylı’ olarak dilimize sahip çıkması sadece bir aydın sorumluluğu değil, aynı zamanda bir adanmışlıktı. Ömrünü, beynini ve yüreğini güzel Türkçemize hasretmişti. Bu yorucu hizmetini, gönülden yapıyordu. Aslında yufka yürekliydi, halim selimdi. Hiç kimseye şahsi olarak kızmaz, kin bağlamazdı. Hırçın bir tabiatı, öfkeli bir yapısı, asabi bir mizacı yoktu. Ancak söz konusu dil olunca, Türkçeye zarar verildiğini hissedince bir anda harekete geçerdi. Önce diliyle ikazını yapar, olmadı bu sefer kalemiyle müdahale eder, doğrusunu söylerdi. Haksız olduğunda bunu rahatlıkla kabul edebilecek sağlam bir karaktere sahipti. O tam bir İstanbul Beyefendisiydi. Zaten derdi tasası da İstanbul Türkçesiydi. Kılına halel gelmesin diyeydi bütün endişesi, tasası. Bunun için gelirinin büyük kısmını bu yolda harcadı. “Helâl hoş olsun, yeter ki Türkçemize bir nebze faydamız olsun.” derdi. Bu kadar da mütevazıydı ve yüksek bir ruh zenginliğine sahipti.
UNUTULAMAYAN SON TOPLANTI
Salgından önce kendisini yine Yeni Dünya Vakfı’nda düzenlediğim “Bâbıâli Enderun Sohbetleri”ne davet etmiştim. Kırmamış gelmişti. 18 Temmuz 2019 tarihinde gerçekleşen o toplantı, yine dil hakkındaydı ve başlığı “Medyanın Türkçe ile İmtihanı”ydı. O gün hem dil hatalarından bahsediyor, hem de bu konularla uğraştığı için başından geçenleri anlatıyordu. Tatlı bir üslûp içinde ve neşeli bir havada geçen o toplantıda dinleyiciler mest olmuş, kendisine olan saygı ve sevgileri artmıştı. Birçok arkadaşımız kitaplarını imzalatmıştı. “Basında beni en çok destekleyenler arasında sen de varsın.” der bana teşekkür ederdi. Aslında hepimiz ona şükran borçluyuz. Zira çok ağır bir yükü sırtlamış, sorumluluk almıştı. Vefalı bir insandı ve oturduğu Balat’la ilgili kitabını lütfedip imzalamış ve yollamıştı. Ben de okuduktan sonra kendisini aramış ve şakacıktan sitem etmiştim: “Hüseyin ağabey, kitapta Balat’tan oturan bütün yazarlardan, sanatçılardan, futbolculardan bahsediyorsun da fakirin ismini hiç anmamışsın.” Bunun üzerine “Balat’ta oturdun mu?” diye sormuştu. Ben de yakından tanıdığı Balatlıların meşhur doktoru Jak Kurtaran’ın öğrenci iken kiracısı olduğumu söyleyince “Bak bunu bilmiyordum, inşallah kitabın ikinci baskısında telafi ederim.” deme nezaketinde bulunmuştu. Hemen hemen her hafta görüşürdük. Tereddüt ettiğim konularda mutlaka kendisini arar bilgi alırdım. O bu yönüyle hakikaten ‘bitmeyen bir üniversite’, ‘emekli olmayan bir hoca’ gibiydi.
ADI BALAT’TA BİR YERE VERİLMELİDİR
Çok sık görüşürdük. Bir gün kendisine, “Hüseyin ağabey, Beyoğlu’ndaki lokantada çalışırken pek çok meşhuru tanımışsın. Keşke bu hatıralarını yazsan.” demiştim. “Yazıyorum, yakında yayımlatacağım.” karşılığını verince çok sevinmiştim. Ve hakikaten kısa bir süre sonra Şehir ve Kültür dergisinde bu hatıralarını okumaya başladık. Sevilen sinema yönetmenleri, aktörler, figüranlar, bestekârlar, şairler, yazarlar, gazeteciler bu hatıralarda bilinmeyen yönleriyle dile geldi. İnşallah dergimizin Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Kâmil Berse bunları bir kitap olarak kültür hayatımıza kazandırır. Kültür ve sanata değer verdiğini bildiğim Fatih Belediye Başkanımız sayın M. Ergün Turan da, inanıyorum ki ömrünü Türkçemize ve Balat semtimize hasreden Hüseyin Movit’in adını, bu semtte yeni açılacak bir kültür merkezine veya kütüphaneye verme kadirşinaslığını gösterecektir. Onu çok arayacak, ziyadesiyle özleyeceğiz. Her zaman bulunamayacak, nadir, nev-i şahsına münhasır bir inanç ve gönül adamıydı. Allah rahmet eylesin. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı yüksek olsun. Ailesinin, dostlarının, Balatlıların, okuyucularının, sevenlerinin, Türkçemizin ve basınımızın başı sağ olsun.