Türkçe Şûrası: Eğitim dilinin Türkçeleştirilmesi gerekiyor
2021 yılı, Yunus Emre’nin vefatının 700. senesi vesilesiyle “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” olarak ilan edildi.26-27 Kasım tarihleri arasında Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’ndegeniş katılımlı bir Türkçe Şûrası gerçekleştirildi.
Bu şurada,
Türkçeyi dert edinen, alanında uzman birbirinden kıymetli insanlar görüş ve
önerilerini sundular.
İhsan Fazlıoğlu’nun ifadesiyle söyleyecek olursak;
dil, sözcükler ve kavramlar bir mekân oluşturur. Bu mekânın da kendine göre bir
anlam değer dünyası olur.
Eğer kelimeleri muhtevasından
kopartırsanız bu mekânı da tahrip edersiniz. Tahrip edilmiş bir mekânda şiir,
sanat, mimari ve felsefe gelişmez. Kavram karmaşası yaşanır ve birlik
parçalanır dolayısıyla ortak bir akıl inşa edilemez.
Bugün
yaşadığımız fikir kabızlığının arka planında yatan hazin gerçeğimiz işte budur.
Doç. Dr. Ali Faruk Yaylacı da bu gerçeği dikkat çekenlerden
biri. Alfabe değişiminin, köklü ve kapsamlı toplumsal, kültürel ya da dini dönüşümlerin
sonucunda ortaya çıktığını söylüyor hoca. Bu değişimlerin son örneği de öncekilerin
dini niteliğinden farklı bir şekilde Latin alfabesinin kabulü olmuştur.
Burada söz
konusu olan da bir zihniyet ve kültür dönüşümüdür. Bu dönüşüm modernleşme ve Batılılaşma
temelinde gerçekleşmiştir.
Ali Faruk
Yaylacı, eğitim dilimizin küreselce
olduğunu dikkat çekiyor. Ve bu durumu şöyle izah ediyor:
19. ve 20.
Yüzyılda, ilerlemeci eğitim dili, eğitim dilimiz haline gelmiştir. Günümüz
itibarı ile bu dönüşüm değerlendirildiğinde eğitim dilimizin büyük ölçüde küresel düzen olarak adlandırabileceğimiz
bir yapının gereklerini yansıttığını söyleyebiliriz.
Bu dil öz olarak ilerlemeci,
piyasacı, ekonomici bir dildir. Örneğin bugün okulu bir işletme, öğretmeni
işgücü, öğrenciyi ve veliyi müşteri olarak tanımlayan bir dil esasen Türkce
olmaktan çok küreselce bir dildir. Bu dil, özgün anlamıyla Türkçenin yansıttığı değerlere
kıyasla Türkçe olmaktan oldukça uzaktır.
Çok haklı ve
yerinde bir tespit bu. Bu yüzdendir ki bugün eğitim dilinin Türkçeleştirilmesi
elzemdir.
Memiş Okuyucu da araştırma verilerinden yola
çıkarak durumun vahametini ortaya koyuyor.
Bugün ilköğretim çağında 1.000-1.500,
orta öğretim çağında da 1.500-2.000 kelime haznesine sahibiz.
Yükseköğretim
çağında ise 3.000 civarında şahsi kelime haznesi/kişisel söz varlığına sahip
olan bir kuşakla karşı karşıyayız.
Ancak bu kelimelerin sadece yüzde
10’nunu kullanabiliyorlar. Bugün üniversite mezunlarının 350-400 kelime ile
anlaştığı bir ülkede yaşıyoruz.
Örneğin MEB
tarafından bir komisyona hazırlatılan 6.Sınıf Türkçe ders kitabında 36 metin
üzerinde yapılan bir incelemede öğrencilere sunulan çeşitli kavram sayısı 2534
olarak tespit edilmiş ama çocuklarımızdan ne kadarını bu kelimeleri günlük
hayatta kullanabiliyor?
2018 yılında
yapılan PISA sınavlarında Türkiye, Okuma becerileri alanında 77 ülke arasında
40. sırada yer almıştı. Anlayacağınız gittikçe Türkçe’den kopuyoruz.
Dr. Ali Özgün Öztürk tam da bu noktada bir tespitte
bulunuyor. Ona göre; Latin alfabesinin
kabulüyle birlikte gelenekle olan kültürel bağlar kesintiye uğradı. Yeni nesillerin
eski kültür dili ile kaleme alınmış eserlerle irtibatı alfabenin değişimi ile
iyice zorlaştı.
Bu dönemde
yapılan dile müdahale, dil mühendisliği etkileri ve sonuçları bakımından Türkçenin
tarihinde başka hiçbir dönemle kıyaslanamayacak ölçüde büyük değişimlere sebep
oldu.
Dil devrimi sürecinde Cep Kılavuzları
ile eski kelimelerin yerine yeni kelimeler önermek, eski kelimelerin bütün
anlam alanının yeni kelimeye aktarılması sonucunu doğurmamıştır. Çünkü anlamda derinlik ve genişlik
zamanın ve dilde kullanımın getirdiği bir birikimdir.
Prof. Dr. Namık Açıkgöz de, “Tabiata ve mücerret kavramlara
soru sormayan toplumlar modern tabirle “ilkel” kalmış ve tabiata teslim olmuş
toplumlardır” diyor. Onlar belki 300-50
kelime ile hayatlarını idame ettirebilirler. Bu tür toplumlar, giderek
karmaşıklaşmış ve müşahhas-mücerret pek çok kavram ile kompleks bir hâl almış
zamanların problemlerini anlayamazlar ve çözüm üretemezler.
Bunun için,
toplumsal bir “sorgulama zihniyeti” oluşturulmalıdır.
Necmettin Evci’nin dediği gibi “Varlığın tökezlediği durumda dil, dilin tökezlediği durumda dimağ, dimağın tökezlediği durumdaysa hayat tökezler.” Bu sebeple acilen dilimize ve anlam değer dünyamıza sahip çıkmalıyız.