Türk Edebiyatı
Bu konuya girmeye pek hevesli değildim aslında. Ama duymazlıktan da gelip lakayt kalamadım. Duymuşsunuzdur mutlaka, zira gündemde. Bazı sözde yayınevleri, “Türk edebiyatı” tabiri yerine “Türkiye edebiyatı” lafını kullanmaya başlamış. Hayrola, nereden akıllarına geldi bu müthiş icat (!) Kafası karışık, zihni bulanık, ruhu karanlık olanların sayısı, ülkemizde az değildir. Türk müziği, mimarisi, sanatı dediğimiz gibi “Türk edebiyatı” da en doğru ifade şekli değil mi? Yarım asırdır Türk edebiyatı ile ilgilenen biri olarak bunu bilir, bunu söylerim. Bu gerçeği kabul etmeyen ya cahil, ya gafil veya haindir. Cühela ile mübareze etmek de bizim için vakit israfıdır, geçelim. Sadece şunu söyleyeyim: “Türk” kelimesinden rahatsız olan aptalların varlığı da, beni çok huzursuz ediyor. Bilinsin istedim.
Şimdi
size halis muhlis bir Türk yazarından bahsedeceğim. Hemen tanıyacaksınız. İsmi
size aşinadır. Kim mi? Ali Bal. Türkiye’de kültüre, sanata ve edebiyata en çok
değer veren gazetemiz Milat’ın seçkin
yazarı. Soy ismi ile müsemma! Baldan tatlı yazıları var, her biri deneme
tadında. Bütün yazılarını okuyor, sosyal medya hesaplarımda paylaşıyorum. Benim
naçizane gördüğümü, güzide kuruluşumuz ESKADER de fark etmiş olmalı ki, Ali
kardeşimizi 2022 yılının Türk basınındaki en iyi “köşe yazarı” seçtiler. İsabetli
tercihti.
Elimde
yazarımızın yeni çıkan eseri var: İki Dağ
Arasında. Denemelerden oluşan kitap, Şule Yayınları tarafından kültür
hayatımıza kazandırıldı. Şu ithafın zarafetine bakar mısınız: “Merhametiyle
kalbimi yoğuran annemin aziz hatırasına…” Yazar, hissettiklerini güzel yazıyor,
bizi de nefis yolculuklara çıkarıyor. Mesela şu Ramazan tasviri olağanüstüdür:
“Teravih için bekleyen camiler… Minarelerin rengârenk ışıkları… Şadırvanların
şırıl şırıl akan suyu… Avlulardan göğün sonsuzluğuna uğurladığımız tatlı
yorgunluklar ve çocukların koşuşturmaları… Tütsüler yayılırdı, derin nefes alır
huzura ererdik. Camilerden taşan dualar yeryüzüne yayılırdı. Camilerin
şahitliği.”
Bazı
ırkçı kafalar, ülkemize sığınmış mazlum insanlara acımasızca saldırırken Ali
Bey, iç âlemine dalıyor, “İnsan, kendine de mültecidir.” deyip devam ediyor:
“Hepimiz sığınmacıyız. Kimimiz merhamet yüklü anneye sığınır, kimimiz dağ gibi
bir babaya, kimimiz aşkın sırrına, gönlüne… Sığınmak, bir bakıma teslim
olmaktır. Teslim olana hürmet edilir, yardım edilir. Kim bu yardıma muhtaç
değildir? Kendinden uzaklaşıp nereye gider, nereye sığınır insan? Dönüp dolaşıp
şu dünyada sonunda hepimiz aynı yere sığınacağız. Vesselam!”
İnceliklerin
yazarı, şehir gürültüsü içinde çoğunlukla duymadığımız seslere kulak veriyor.
Bizim de elimizden tutup o insani mecraya sürüklüyor. “Helalleşme”yi dillendirirken
şu satırları ne kadar içlidir: “Zaman zaman bazı hayvanların sahiplerine karşı
davranışlarını izliyoruz. Sahibi ölen bir köpek, cenazeye katılıyor, mezarda
bekliyor. Helalleşmek için olsa gerek bunlar. Demek ki şuur veya aklın ötesinde
bir şey helalleşme. Vefayı da besler.”
Edibimiz düşünüyor;
okurunu da tefekküre sevk ediyor. Yaşadığımız hayatın hesabını yaparken hakikati
de seslendiriyor: “Baharda yağmur istiyoruz. Çiçekleri kokluyoruz. Bir ağacın
gölgesini kullanıyoruz, ağacın hakkı geçiyor bize. Neyin hakkı yok ki
üzerimizde? Hoyratça kullandığımız dünya,
kirletilen ırmaklar, denizler, ormanlar… Sorulmayacak mı bunlar?
Kuşların mekânına evler yapıyoruz da pencere önlerine konan kuşlara yem bile
vermiyoruz. Bazı kuşlar, balkonlara yuva yapıyor, şaşırıyoruz. Aslında bir
zamanlar onların eviydi oralar. Biz işgalciyiz.”
Düşünebiliyor
musunuz yazar, kuşlarla, börtü böcekle, ağaçlarla helalleşmekten söz ediyor. Açıkçası
hepimizi uyarıyor: “Şimdi helalleşmek zamanıdır. Evimizden başlayarak,
komşularımıza, arkadaşlarımıza, çevremize yönelmeli ve helalleşmeli. Hesabı
burada kapatmak lazım. Büyük hesap gününe kalan her hak, bizi hüsrana, acıya ve
sonsuz ızdıraba sürükler.”
Ali Bey, “iyi
bir Müslüman’ın”, aslında “çok iyi bir insan” olduğunu da ispatlıyor: “Sabahı
karşılamak, güneşi karşılamak, aydınlık dilemek ne güzeldir. Güzel temennilerde
bulunmak en güzel duadır.” Kitapta satır altlarını çizmediğim sayfa kalmadı.
“Annem Gelin Gitti” yazısını hüzünle okudum. Bal, “Hasbihâl için bir araya
gelmek sevaptır.” derken bizim bir “sohbet medeniyeti”ne sahip olduğumuzu
fısıldıyor. Sahabe kelimesinin anlamı, ‘sohbet adamı’ demek değil mi? O da bunu
bize hatırlatıyor: “Kahvemiz sade, kalbimiz samimi ise dünya cennettir.
Hasbihâlsiz kalmayın!” Sohbetsiz kalmayalım ama kitapsız da! Hele İki Dağ Arasında’yı hemen edinelim. Anlattıklarım
deryadan katre! Huzurla okuduğum mavi kapaklı bu kitabı ben çok sevdim, inanın siz
de seveceksiniz.