Türk Dil Kurumu'nu anlayamamak
Sözlükler, bir milletin kültürünü tevarüs etmenin ve temellüke dönüştürmenin en önemli vasıtalarıdır. Hatta denebilir ki bir milletin gelişmişlik seviyesine bakmak için gayrisafi milli hasılasından evvel sözlük dağarcığına, sözlüklerinin gücüne bakılmalı. Sonuçta, aç kaldığımız günler vardır ama kendimizle dahi olsa cümle kurmadığımız tek bir saniyemiz yoktur. Dünyada sözlüğü olmayan millet mevcut mudur bilinmez ya, sözlüğü olmayan devlet her halde yoktur. Devlet nasıl birlikte yaşamanın en güvenli kurumsal sığınağı ise sözlük de dilin sığınağıdır. Varlığını oraya ulaştırmış hiçbir kelime ölmez. Tarihte yıkılan pek çok devlet vardır ama yıkılıp tarih sahnesinden çekilen dil neredeyse yoktur. Dilin güvenlik ve sigortası ise sözlüklerdir. Kimliğini koruma biçimlerinden biri olarak sözlük bir milletin sadece onuru değil, dilinin muhafazası anlamına geldiği için aynı zamanda istikbalinin de vazgeçilmez garantörüdür. Bununla birlikte sözlükler dil üretmezler. Hayatın hemen her alanına özgü kelimeleri derleyip toparlar, onlara içeriklerine göre tanımlar yapar, bir kelimeden ötekine farklılık gösteren nüansları gözeterek kayıt altına alırlar. Bu yönüyle bakıldığında sözlükler, dillerin altın mahfazasıdır ve en büyük korunağıdır.
Türkçenin Divanu Lugati’t-Türk’ten başlayan sözlük serüveni Tanzimat ile beraber Şemsettin Sami’nin şahsında Kamus-ı Türki ile yeni bir rotaya girmiş, devletlerin uluslaşma süreçlerine paralel olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan hemen sonra, sözlük çalışmalarının da içinde olduğu dile ait faaliyetlerin koordinasyonunu sağlamak ve bir dil çatısı tesis etmek amacıyla 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. O gün bugündür dile ait neredeyse her oluşumun içinde bulunmaya gayret göstermiş, sadece dil hazinesini muhafaza etmenin değil onu zenginleştirmenin de mutlak çabası içinde olmuştur.
İlk yola çıktığında on bin civarında kelimesi olan bu sözlük bugün yüz binin üzerindeki söz dağarcığıyla dünyanın belli başlı sözlüklerinden biri haline gelmiştir. 2021 Aralık ayına kadar kelime sayısının yüz kırk binlere ulaşması için kurum mensupları ile akademisyenler büyük bir özveriyle çalışıyor, gecelerini gündüzlerine ekleyerek, hatta yerine göre kendi rutin işlerini dahi ihmal ederek gayret sarf ediyorlar. Başta komisyon başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah olmak üzere sözlüğe emek veren uzman ve akademisyenler her ay sözlüğün belli bölümlerini alıp kelimeleri yeniden gözden geçiriyor, var olanlara yönelik ciddi redaksiyonlarda bulunuyor, sözlükte yer almayan kelimeleri ekliyor, örnek cümlesi bulunmayanların karşısına en uygun örnekleri yerleştiriyor ve sözlüğü hem nitelik hem de nicelik olarak olduğundan çok daha kapsamlı hale getirmenin mücadelesini veriyor. Sözlük için günlük sekiz-on saat mesai harcadıklarının ve bunu hem büyük bir sorumlulukla hem de Türkçeye güzellik katmanın keyfiyle yaptıklarının doğrudan şahidiyim.
Birkaç gün önce ulusal bir gazetede Türk Dil Kurumu’nun adının da geçtiği bir köşe yazısı yayınlandı. “Mehmed Akif’i anla(yama)mak” adlı yazı her ne kadar milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ındaki bazı kelimelerin artık gençler tarafından anlaşılmadığına, dolayısıyla dil üzerinden gerçekleşen kültür kopukluğuna dikkat çekme amacı güdüyorsa da kurumun Türkçe sözlüğüne yönelik haddini aşan bazı eleştiriler de söz konusu edildi. Yazıda özetle; günümüz gençlerinin artık Akif’in Safahat’ını bile anlayamayacak hale geldikleri, Türk kültüründe dil üzerinden bir kopukluk yaşandığı ve bunun nesiller arasındaki seyyaliyeti zaafa uğrattığı ama aynı zamanda Safahat’ta geçen kelimelerden bazılarının Türkçe Sözlük’te yer almamasına karşın Elif Şafak’a ait örneklere bolca rastlandığı, oysa Türkçenin Elif Şafak’tan daha değerli yazarlara sahip olduğu dillendiriliyor.
Daha baştan şunu ifade edelim ki Prof. Dr. Gürer Gülsevin’in liyakatle başkanlığını yürüttüğü Türk Dil Kurumu ve şahsında Sözlük Komisyonu çalışmalarını asla belli bir anlayışa, zümreye, ideolojiye, mezhebe, meşrebe ve konjonktürel değişimlere göre yürütmediği gibi hayatını dünyanın neresinde sürdürmüş olursa olsun Türkçeye eserleriyle emek veren her edebiyatçıyı, yazarı, şairi ve sanatçıyı gözeten bir çizgide sürdürmektedir. Bütün çalışmalarda tek hassasiyet Türkçenin bizatihi kendisidir. Türkiye’nin en eski kurumlarından biri olmanın vakarıyla hareket etmekte, hiçbir ideolojik teamüle yakın veya uzak durmamaktadır. Sözlükteki cümle örneklerine bakıldığında Türkiye’nin bütün renklerinin olanca zenginliğiyle orada temsil bulduğu, tek hassasiyetin Türkçe olduğu rahatlıkla görülebilir.
Bütün bunlardan sonra, bir konuyu daha dile getirmeden edemeyeceğim. Sayın köşe yazarı ve şahsında memleketin mürekkep yalamış entelektüelleri eğer gençlere sahip çıkmayı, maziden atiye uzanan çizgide mevcudu korumayı kaygıya dönüştürüyor ve bir sorumluluk üstlenmek istiyorlarsa işini olabilecek en iyi biçimde yapmaya gayret gösteren Türk Dil Kurumu’yla uğraşmayı bırakıp Dijitalizm’in nesilleri nasıl körelttiğine, dilin kökünü kurutup onu nasıl yoksullaştırdığına, sadece Türkçenin bile değil genel olarak dünya dillerinin dijital ekran sunaklarına nasıl kurban verildiğine baksınlar ve buna ses çıkarmayan yetkili kişilere seslensinler. Unutmayalım ki dilimiz nasıl kimliğimizse sözlüklerimiz de kimliklerimizin gerisindeki hafızalarımızdır. Yine unutmayalım ki hiçbir hafıza günün belli saatlerinde yutulan tabletlerle varlığını sürdüremez. Hafızası derisinin altından parmak uçlarına taşınmış bir nesil elbette iflah olmaz. Nesillerin eline tabletleri tutuşturup doğrudan veya dolaylı olarak kitaptan uzaklaştıranlar orada, gözümüzün önünde dururken Türk Dil Kurumu gibi bütün varlığını Türkçenin korunması, gelişmesi ve zenginleşmesine adamış mercilere dil uzatmak en hafifiyle aymazlıktır, kendini bilmezliktir. Nesillerini tabletlerin köreltici hışmından koruyamayanlar hafızanın doğal vitamini ve oksijeni olan sözlüklere dil uzatamazlar.