Tunus'tan Yunanistan'a
Geçtiğimiz
Pazar günü Tunus’ta bir darbe gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Kays Said, orduyu
arkasına almak suretiyle Tunus Anayasasını çiğneyerek parlamentoyu lağvetti.
Arap ve
Afrika siyasetinde gelmiş geçmiş en uzlaşmacı lider sayılan Tunus Nahda
Hareketi lideri Raşid el-Gannuşi, yıllardır Tunus’ta milletin iradesini,
demokratik kültür ve uzlaşmayı tesis etmek için çok çabaladı.
Doğrusu
hiçbir demokratik ülkede sergilenmeyen barışçı, uzlaşmacı, paylaşımcı adımlar
Tunus’ta atıldı. Seçimlerde Nahda tek başına iktidar olduğu halde muhalefetteki
partilerle koalisyon kurarak geniş katılımlı kabine ile demokratik kültürü
toplumun her kesimine yaymak istedi.
Ama olmadı.
Tunus
askeri, Fransa ve BAE’nin de desteğini alarak Cumhurbaşkanı Said’i darbe
yapmaya zorladı. İşin garip yönü, seçimlerde Cumhurbaşkanı Said, Nahda’nın
desteğiyle %72 oy alarak seçilmişti.
Afrika
ülkeleri arasında demokrasinin en çok yakıştığı ülkedir Tunus.
Yıllardır bu
modeli deneyen, iyi sonuçlar alan ve kendisini Batı ile yakın gören bir ülkedir
Tunus. Ama bu Tunus o Batı’nın çizmeleri altında inlemeye ve darbecilere boyun
eğme yolunda.
Gerçi Raşid
el-Gannuşi, darbe karşısında halka yaptığı çağrıda, “Faili kim olursa olsun
darbeyi reddediyoruz ve Meclisin önünde bekliyoruz. Türkiye’den aldığımız ders
bize şunu gösteriyor: Darbe gerçekleştirse sokağa çıkmamız lazım” diyerek
darbeye direneceklerini ilan etti.
Doğrusu Tunus
halkı darbeye karşı koyabilecek cesareti gösterebilecek mi, bilmiyoruz. Mısır
darbesinde Sisi’nin bir gecede akıttığı kan akıllarda dururken Türkiye örneği
Tunus’ta ne kadar tutabilir ki?
Şayet Tunus
halkı bu darbeyi püskürtme erdemini gösterebilir ise hem Tunus hem de Kuzey
Afrika, Mağrib darbe dönemini çölün kumlarına gömecektir.
Mısır darbesinde
olduğu gibi Tunus’ta gerçekleşen darbede de Batılı demokrat (!) ülkeler
herhangi bir rahatsızlık duymamışlar ki bir iki cılız ses dışında AB-ABD-BM
sağırları oynuyor. 60 yıldır alışık olduğumuz bir durum olmasına rağmen Batı
kendi çıkarları gereği de olsa bir darbeye karşı çıkar beklentisi içinde
oluyoruz. Demek ki bu devletler, sen benim darbeme ben de senin darbene sessiz
kalalım, şeklinde bir sözlü anlaşmaya varmışlardır.
Tunus’ta
devam etmekte olan darbe, aynı zamanda Arap Baharı ile ve sadece Tunus’ta elde
edilen kazanımların Fransa’nın menfaatlerine feda edilmesi demektir.
Ama
anlıyoruz ki olaylar ve bundan sonra yaşanacak gelişmeler sadece Tunus ile
sınırlı kalmayacaktır. Öteden beri iddia ettiğimiz gibi bölgemizin, küresel
güçler tarafından planlanan yeni dünya düzenine uygun bir şekilde dizayn
edilmesi için bir cendereye sokulması söz konusudur.
Tunus’ta
olanları,
Yunanistan’daki
ABD silah sevkiyatını,
ABD’nin
yeniden Suriye topraklarında PKK’ya silah taşımasını birlikte okumak için
Kissinger olmak şart değil. Kıbrıs-Maraş üzerinden AB-NATO-ABD’nin kendi
verdikleri sözlere mugayir politika izlemeleri önümüzdeki süreçte
yaşanacakların kodlarını ele veriyor.
Türkiye'nin
Kanal İstanbul için verdiği “YAPACAĞIZ” kararına AB ve ABD’nin
göstereceği reaksiyonu kestirmek zor olmasa gerek. Önümüzdeki 8-10 yıl içinde
Afro-Avrasya’da en büyük ticari ve ulaşım güzergahı olmaya aday stratejik önemi
tartışılmaz olan Kanal İstanbul’un engellenmesi için dost bildiğimiz düşman
ülkelerin hangi “Gezi’lerde” görüleceklerini biliyoruz.
Evet, bizim
bildiğimizi devlet de biliyordur. Bildikleri için de tedbiri elden
bırakmıyorlar. Türkiye bir yandan planlanan çalışmalara ağırlık verirken, diğer
yandan da “müttefik(!) düşmanların” bölgemiz ve spesifik olarak ülkemiz
için kurdukları oyunları bozmaya ağırlık vermektedir.
Kimileri “Müttefik(!)
düşman” dememdeki tenakuza takılabilirler.
Bundan böyle
ittifakların bir dost, bir de düşman yüzü olacaktır. Tamam, geçmişte de aynı
ittifak içinde rekabet vardı, lakin düşmanlık rekabetten farklı bir durumdur.
Uluslararası kuramcıların yeni durumu nasıl adlandıracaklarını bilmiyorum lakin
bu duruma, yani aynı ittifak içinde düşmanlıkların yaşanması için farklı bir
diplomasi önereceklerini öngörebiliyorum.