Tünelin ucu aydınlık
Dün 28 Şubat Postmodern darbenin yıl dönümüydü. 28 Şubat
derken; ekonomik, politik ve sosyal temelli bir operasyondan bahsettiğimizi
belki gençler bilmezler. Ama bunun, Anadolu’dan çıkıp gelen insanların paraya,
sosyal hayata, ülke yönetimine ve dünya siyasetine dair etkinlik kazanmaması
için yapıldığını, sonra ki yaşananlar gayet net ispatladı. Nihayetinde de tam
27 sene geçti, o günden bu güne. Geriye ise ne o anlı şanlı vesayet odakları
kaldı, ne de “başörtüsü yasağı”… Üstelik Kuran okuyan bir Cumhurbaşkanımız ve
başörtülü eşi olmasına rağmen “İRTİCA DA HORTLAMADI”… Bilakis dünyaya parmak
ısırtan adımlarla, küresel güç idealinde bir TÜRKİYE vardı artık sahnede. Bayrak
direği yapmakla övünmek yerine, Muharip Savaş Uçağını, İHA’sını, SİHA’sını,
tankını, topunu, arabasını KENDİ ÜRETEN bir hale gelmiştik çok şükür. Hepsinden
öte askeriyle, polisiyle, vatandaşıyla el ele veren ve 15 Temmuz’da vesayete HEP
BERABER DUR DİYEN bir Millet olmanın gururunu dahi yaşadık. Fakat gelin görün
ki 28 Şubat döneminden beri, değişmeyen şeyler de yok değil hala hayatımızda. Bunların
başında da, Dış tehditlerin geldiği malumunuz. Güç kaybeden İçeride ki
figüranlarının da, varlıklarını daima hissettirdikleri net. İnandığımız
değerlere küfreden, köşelerinde ötekileştirici yazılar yazan ve her fırsatta
sokağı işaret eden, darbe heveslesi kodamanlarıysa daha saymıyorum bile.
Ne diyelim! Birileri istemese de, bugünlere kadar gelmeyi
başardık Allah’ın yardımıyla. Bir bakıma bizler bu mücadeleyi sürdürmekle de mükelleftik
aslında. Yani buna sadece ülkemiz için değil, TÜM İNSANLIK adına da mecburduk
kısaca. Zira Türkiye ne kadar güçlü olursa, dünyaya o derece NİZAM getirmesine
kapı aralanacağını pek ala biliyorduk. Keza dünyadaki mazlum ve mağdurların,
bizden medet umması zaten bu demekti. Ebette her şey süt liman değildi.
Önümüzde hala kat edilmesi gereken uzunca bir yol da vardı. Lakin bu uğurda
yola çıkıldığı ve görece bir İLERLEME SAĞLANDIĞI da asla inkâr edilemezdi. Öyle
ki bunun emarelerini, uluslararası platformlarda HAKKI SAVUNAN ve sözünü en
şedit kesimlere dahi çekinmeden söyleyen DEVLET ERKÂNI, bizlere bariz şekilde hissettirdi.
Ama bu yetmezdi, yetmedi de nitekim… Çünkü ne zaman bir şeyleri değiştirmeye
kalksak, ya ekonomiyle, ya terörle, yada başka enstrümanlarla bizi tehdit
ettiklerine yakından şahitlik ettik. O yüzden ülkemizin, özellikle EKONOMİK ve SAVUNMA
ALANLARINDA OLUŞUMUNU TAMAMLAMASI elzem konumda seyretti. Hem de fincancı
katırlarını ürkütmeden, konjonktürü takip ederek, alttan alta ilerlemek
pahasına…
Bu minvalde geçenlerde ilk deneme uçuşuna başarıyla tamamlayan
ve birilerini karamsarlığa iten KAAN’ın, envantere katılmasını (2028-2029) bir MİHENK
TAŞI olarak görülebiliriz. Yine aynı tarihlerde envantere katılması muhtemel,
yeni Uçak Gemileri ve Hava Savunma Füzeleriyle de büyük bir eşiğin aşılacağı
muhakkak. Sadece bu kadar mı? Değil elbette… Zira eşanlı olarak ekonominin, KALICI
BİÇİMDE düzlüğe çıkması için yapılan çalışmalar da takdire şayandı. Tıpkı Karadeniz’den
çıkan/çıkarılacak gaz, terörden temizlenen bölgelerden fışkıran petrol, Trakya’nın
GAZ HAB’ı olma stratejisi vs. projelerin, EKONOMİYE KAZANDIRILMA seferberliği
gibi. Tabi Libya ile sağlanan MEB Anlaşması ve en son Somali ile güvenlik hizmeti
karşılığında, bölgeden çıkarılacak petrol ve doğalgaz gelirine ortak olacağımız
anlaşmalar da... Tüm bunların yanında, milyarlarca dolar ticaret hacmine sahip
olması beklenen ve belli bir kıvama getirilen, “Zengezur Koriduru” ile “Kalkınma
Yolu Projeleri” ise cabası… Anlayacağınız üzere, “TÜNELİN UCUNDA IŞIK BELİRDİ” diyebiliriz
artık özetle. Ama bizi yolumuzdan döndürmeye çalışacakları da kati surette şüphe
kaldırmaz. O nedenle herkesin buna göre TAVIR ALMASI hayati öneme sahip. Yoksa Merhum Akif’in; “Doğacaktır sana vad’ettiği
günler Hakk’ın… Kim bilir, belki yarın… Belki yarından da yakın” sözlerinin
üzerine daha ne söylenebilir ki?