Tüm partiler, kenelerden kurtulmalı
Yerel seçimlerin tartışması uzunca bir süre devam edecek gibi. Seçim sonuçlarını tüm partiler aldıkları oy oranlarına göre özeleştiri yaparak seçimlere hazırlanmaları gerekir. İster birinci parti olsun ister sonuncu parti olsun, aldığı oyun değerlendirmesini doğru anlayıp ona göre yeni adımlarını atmalılar.
Nerdeyse günlerdir Ak Partiye yakın, uzak tüm yazar ve aydınlar Ak partiye manifesto üstüne manifestolar yazdılar. Değişim ve dönüşümün elzem olduğunu hep birlikte haykırdılar.
Tüm bunların yanında gemi su alırsa, biz nereye yelken açarız; diye debelenen ‘her devrin adamlarını’ bugün konuşalım istiyorum…
Bunlara Machiavelli düşüncenin çocukları da diyebiliriz. ‘Amaca giden her yol mübahtır’ sözünü kendilerine şiar edinmiş. Tüm iktidarlara kene gibi yapışmayı başarmış virüslü varlıklardır.
Menfaatleri için her türlü değer ve kutsaldan çok kolay vazgeçebilirler. Bugün kucakladıklarını, yarın taşlayabilirler. Ortamına göre bir ellerinde kadeh, bir ellerinde tesbihle gezebilirler. İki yüzlülük hayatlarına saltanat edinmiş, derileri kalınlaşmıştır.
Bukalemun misali; her iktidara göre renk ve şekil değiştirebilir. Yaptıkları bu riyakarlığı marifet görüp, güce dönüştürülebilirler.
İnsanlığa ve siyasete en büyük zararı bu tür insanlar vermektedir. İnsan bulunduğu ortamı en çok kirleten varlıktır. Ama en çok kirlettiği alan siyaset alanı olmuştur.
Türkiye de 1980 sonrasında, siyasal iktidar, devlet ve sermaye ilişkileri güçlü devlet geleneğini, devlet merkezci paradigmayı burjuvazinin ele geçirmesi sonucunda siyasi kirlilik pik yapmıştır. Güç, iktidar ve siyaset üçgeni de her devrin insanlarının yolunu açmıştır.
“Her devrin bir adamı, her adamın bir devri, vardır.”
“Her davanın da cesur ve adil adamları vardır.”
Her devrin adamı olmak, biraz da adam olmamaktır aslında. Çünkü devre göre kendine “ayar vermek”, kendi kişilik ve şahsiyetinden tavizler vermek demektir. Tavizlerde, insanın kendi etrafına çizdiği bir çerçevedir. Gün geçtikçe o çerçeve daraltır insanı, nefes aldırmaz. Bu nedenle tavizler, insanoğlu’nun kendine yaptığı en büyük kötülüktür.
Her devre uyum sağlayabilen, her zaman en güçlünün yanında yer alan; “bilim insanı, yönetici, sanatçı, gazeteci-yazar, siyasetçi gibi kimliklerde nerde yağmur görseler, tarlalarını oraya götürürler. Müzmin, müptezel, sağ ve soldan çarklılar bu arenada ziyadesiyle mevcutlar.
Son yıllarda ekranlarda ve dijital platformlarda her konuda fikri olan, ama bilgisi olmayan, her şeye yorum yapan, ‘her bokologları’ da unutmayalım.
Siyaset toplumu yönetme sanatıdır. Çünkü "siyaset" bir yerde toplumun aynasıdır. Temiz toplum, temiz siyasetten geçer.
Ontolojik kavramlara gerek duymadan söyleyelim. Bugün Ak parti iktidarda iken ortam havariliği yapanlar, CHP iktidara gelsin yakalarına ilk iş Atatürk rozeti takarlar, cuma mesajlarını terk ederler. Yani demem şu ki; her iktidara kene gibi yapışan çıkar ve menfaatleri için, değer ve kutsal tanımayan insanlar hep mevcut olacaklardır. Bu insanlar da bunları yaparken demokrasiyi şemsiye yaparlar.
Demokrasinin olgunlaşmadığı, liyakatin yönetimde temel ilke olmadığı toplumlarda, özellikle bizim gibi Orta Doğu coğrafyasın da yaşayanların en büyük sorunların da biri de “Nepotizm”dir. Her devrin adamlarının yanında bir de bonus olarak verilen akraba kayırmacılığı, maalesef tüm partilerin olmazsa olmazı durumundadır.
Ak partinin, kuruluş felsefesinin yanından dahi geçemeyenler, ilk dönem de mesafeli duranlar, iktidarın kalıcı ve güçlü olduğunu görünce hemen “yelkenler fora “istikamet mevki , makam , ganimet…
Bence bu ülkenin en büyük sorunu, bu omurgasız kimliklerdir. Onlar doğru olsalar, iktidar eğri olmaz, onlar dürüst olsalar, muhalefet cesur olur. Onlar her zaman sistemi kendi çıkarlarına göre inşa ettikleri için, düzen ve sistem arıza vermeye devam edecektir. Kim iktidar olursa olsun, bunlar hep iktidar, hep iktidar….
Siyaset , bir güç ve rant aracı haline geldiğinde sadece kendisi bozulmakla kalmaz toplumu da zamanla çürütür. Bunu önlemek ise her kesin sorunu ve sorumluluğudur.Bunu düzeltmenin ilk yolu siyaseti ehil insalara teslim etmekten geçiyor. Özgür bireyler olarak demokratik bir devlete yaşamak istiyorsak bu bağlamda üstümüze düşeni yapmak zorundayız. Başka da yolu yok…