Tükettikçe tükeniyoruz!
Yemek içmek, giyinmek ve barınmak temel ihtiyaçlardan…
Ancak tüketim toplumu ihtiyacından fazlasını tüketip ve biriktiriyor. Bu bağımlılık madde bağımlığı gibi zarar veriyor. Tedavisi zor. Boşa geçen zamanı geri getirmenin mümkün olmadığı gibi…
Dünyada birçok hastalığın sebebi tıka basa tüketmektir. Tükettikçe tükeniyoruz desem hiç abartmış olmam. Pahalı kıyafetler, eşyalar, lüks evler, otomobiller... İnsana ölmeyecekmiş hissi veriyor. Biriktirme davranışının altında aşırı dünya sevgisi var. Dünyaya aşırı düşkünlük hırsa ve ihtirasa neden oluyor. Yokluk çekenlerinin hırsları yok demiyorum. Ancak davranışlarında ölçü ve kanaatkârlık var...
Atalarımız kanaatkârlığı tokluk anlamında kullanmışlar. Kanaatsizliği de açgözlülük… Bu yüzden aç insanı doyurmak zordur. Gözü doymayanın karnı da doymuyor.
Annemden babamdan biliyorum. Dünyanın bin bir haline karşı gelecek zor günler için kıyıya köşeye bir şeyler koyarlardı. Kefen bezi buna dâhil. Dünyada misafir ve emanet bilenlerin tavrı; bırakın biriktirmeyi bir kefen bezi paramız olsun kanaatkârlığıdır. Tüketim toplumu ise ölümden çok korkuyor. Malın ve gücün ölümü erteleyeceğini sanıyor. Aklına getirmek bile istemiyor.
Tüketim toplumunun ruhu boş…
Elimizdekileri eskitmeden ve tüketmeden kör olası biriktirme yarışı son sürat devam ediyor. Yeni çıkan bir telefona, arabaya, eşyaya servet ödüyoruz. Evlerde eşyalar başköşelerde insanın bulamadığı değer ve itibarı buluyor. Yazlık kışlık evler yetmiyor yenilerini ekliyoruz. Hayat hızlıca tüketiliyor. Öyle ki kedinin, köpeğin, börtü böceğin, yılan ve yarasanın mideye indirilmesinin bedelini ağır ödüyoruz. Allah’ın sınırlarını aşmanın ve kurduğu düzenin sınırlarını aşmanın bedeli çok ağır oldu. Musibetlere birde bu açıdan bakın…
Tüketim toplumunun bir diğer özelliği de sabırsızlık ve paniktir. Haz almayı, hızlı yaşamayı ve tüketmeyi seviyor. İsteklerinde doyumsuz ve gösterişlidir. İnsanların bizim ne kadar çok şeye sahip olduğumuzu bilmeleriyle değer, itibar ve statü kazanacağımızı sanıyoruz…
Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği akşam açlık korkusundan panikle marketlere saldıranlar kimlerdi diye sorsam?
O korku kalabalıkları arasında fakir fukara, kanaat sahibinden çok az kişi vardı. Daha çok tüketen ve biriktirenler panikle raflara saldırıyordu!
Tükettikçe tükeniyoruz…
Hava kirleniyor, ozon tabakası deliniyor. Buzullar eriyor, ormanlık alanlar ve toprak tükeniyor. Dünyayı hızla tüketiyoruz. Kanaatsizlik, dünyanın ölümüne neden oluyor. Tolstoy’un ‘İnsan ne ile yaşar’ kitabındaki hikâyede Pahom aç gözlülüğü, doyumsuzluğu daha fazla toprağa sahip olma hırsı ölümüne neden oluyor!
Tam da burada şu soruyu soralım. İnsan ihtiyacından fazlasını neden tüketiyor, tüketim mutluluk ya da ilerleme anlamına mı geliyor?
Baudrillard “Tüketim toplumu” adlı kitabında tüketimi, “İhtiyaç ve hazların olumsal dünyasının, doğal ve biyolojik düzenin yerini, bir toplumsal değerler ve sınıflandırmalar düzeni almıştır. Gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayırımın ortadan kalktığı tüketim toplumunda birey tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine inanır. Böylece genel bir toplumsal farklılaşma mantığı ortaya çıkar. Tüketim artık bir ihtiyaçtan çok, bir farklılaşma ihtiyacıdır.” Yorumunda çok haklı…
Evet, tüketen satın almaya yönelirken kendini diğerlerinden ayırt edildiğine, değer ve statü kazandığına inanıyor. Dolayısıyla tüketim ihtiyaçtan çıkmış zorunluluğa dönüşüyor. Bu anlamda tüketim bireyin özgür davranışı olmaktan çıkıyor. Tersine tüketim düzeninin zorlamasıyla aslı unsur haline geliyor. Tüketim toplumu günlük alışverişten lüks tüketime, cinselliğe, eğlence ve dinlenme biçimlerine kadar etkileniyor ve olumsuz etkiliyor…