Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.80
Gram Altın
2979.11
BIST 100
9737.9
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Tüketim: Bireyin dayanışma kolektivitesi

Başlıkta yer alan kavramların her biri derin tarihsel ve sosyolojik içerikler kadar bugüne kadar gelen ciddi sorunları ihtiva etmektedir. Aslında uzun bir tartışmanın konusu olan sorunu bu kökenlerinden çıkararak çağdaş analizlere doğru getirmek istiyorum.

Modernliğin sacayaklarından birisi de sekülerleşme ile birlikte bireyselleşmedir. Rönesans’ta yükselişe geçen hümanizm düşüncesinin son kertede ete kemiğe bürünmüş bir varoluş biçimi olan birey, tüm bağlarından azade olmuş ve otonomluğunu ilan etmiştir. Birey bu bağlamda modernlikle birlikte dünyayı yeniden herhangi bir referansa ihtiyaç duymadan inşa edebileceğine dair kendisine güvenle öne çıkmaktadır. Özellikle “Tanrı” burada bir referans olma özelliğini kaybetmektedir.

Birey kavramının süreç içerisinde bazı sonuçları olmuştur. Bunlardan ilki, tüm bağlarından azade olunca özgürleşeceği varsayılmış; ancak bugün post/modern küresel tüketim bağlarıyla yeniden bağlanmıştır. İkincisi de, birey insanları birbirinden yalıtık bir biçime getirirken yalnızlaşmayı da beslemiştir. Fakat en önemli sonuç; birey kavramı birbirinden bağımsız öznellikler, talepler, sübjektiviteleri teşvik etmektedir. Bu teşvik taleplerin çeşitlenmesi kadar kişiye özelliği de ortaya çıkarmaktadır.

Talep çeşitlenmesi ve arzuların yükselmesinin yaratacağı temel problem ise tüm bunları istikrarlı bir toplumsallık içinde tutabilmektir. Doğrusu postmodernlik bu öznelliği teşvik ederken kaos ve belirsizliği birlikte getirmiştir. Diğer yandan yukarıda belirtildiği üzere iletişim teknolojisinin gelişmesiyle bağlantılı olarak insanın yalnızlaşması içinde yaşadığımız sürecin kaçınılmaz sonucu olarak görünmektedir.

Bireyselleşme süreci başladığından itibaren erken dönemlerde bir kaygı yaratmıştı. Steven Lukes’ın anlatımında Saint Simoncular bireyi bir anarşizm ile özdeş tutmuşlardı. Emile Durkheim ise, bireyin istikrarsızlığı artıracağı endişesinde idi. Hatta tüm sosyolojisinin esas sorunu; premodern dönemde insanları birarada tutan din ve gelenek gibi değerlerin “birey” ile birlikte zayıflaması karşısında birliğin nasıl sağlanacağı şeklinde ifade edilebilir. Hatta Durkheim analizlerinde bireyi kolektivitenin bir yansıması olarak görerek onun istikrarsızlaştırıcı ve öznellikle marjinalleştirici boyutlarını tolere etmişti. Bu açıdan sosyolojinin erken zamanlarında “dayanışma” kavramı ciddi bir sorunsal olarak öne çıkmıştı.

Bugün öznellik, çeşitlenen talepler üzerinden birey ile insanları belirli değerler etrafında toplayarak istikrarsızlığı giderecek dayanışma arasındaki gerilim bugün de devam etmektedir. Dayanışma giderek eski toplumsallıkların zayıfladığı bu ortamda bir sorun olarak derinleşmektedir. Öte yandan yeni koşullarda dayanışmanın nasıl sağlanacağı da ciddi bir sorun olarak görünmektedir.

Tam da bu noktada “tüketim” kavramı bireylerin öznelliğini ve çeşitliliğini aynı paydada buluşturma noktasında işlevsel olarak devreye girmektedir. Aslında bireyin öznelliğindeki çeşitlenmeyi özgürlük şeklinde olumlayan post/modernlik, gerçekte bu talep çeşitlenmesini karşılayacak bir kolektivite yaratacak imkana sahip değildir. Bu açıdan talep çeşitlenmesi ve öznellikleri monolitik bir çerçevede toplama zaruretini hissetmektedir.

İşte tam da bu noktada iki strateji devreye girmektedir. Birincisi, benzer beğeniler yaratarak aslında monolitik bir yaşam tarzı oluşturmaktadır; Cafeler, fastfoodlar gibi. İkincisi de, bu beğenilerin yaratılabilmesi için sanal ekranların içeriklerinin açık ve örtük şekilde propaganda aracı haline getirilmesi. İşte tüketim tam da bu benzer beğeniler etrafındaki yaşam tarzları üzerinden istikrara gönderme yapmak üzere işlevselleştirilmek istenmektedir. İnsanlar tüketim üzerinden kimliklendirilmeye öykündükçe “dayanışma” sağlanacakmış görüntüsü vermektedir.

Fakat burada yeni yeni ortaya çıkan iki sorun dikkate alınmalıdır. Birincisi, tüketim nihayetinde bir “güç” işidir ve bugün borçlanmaya doğru dönüşmüştür. İkincisi de, tüketim aynı zamanda rekabeti de artırmaktadır. Dolayısıyla “dayanışma” ağlarının bunlar üzerinden sağlanabilmesi zor görünmektedir.