Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
21 Şubat 2024

​Tükenmiş varoluşlar

Theodor Adorno’dan alınan bu tabir, içinde bulunduğumuz çağın ve içinden geçtiğimiz sürecin en güzel, en kapsamlı tanımlama girişimlerinden biri gibi görünüyor. Hoş, Adorno bu tabiri Kafka’dan ilhamla “tutunamayanlar”a izafeten kullanıyor ama belki de büyük bir sezgiyle bugünün dünyasına ve insanına işaret ediyor. Gerçekten de nerede olursak olalım ve nereye bakarsak bakalım etrafımızı devasa bir tükenmiş varoluşlar kümesi çevreliyor. Neredeyse hayatın kendisi bile tükenmeye/tüketilmeye ayarlanmışçasına insan ile doğa arasındaki bütün bağlar ya kopartılmış ya epritilmiş veya bir daha sıkılaştırılmamak üzere olabildiğince gevşetilmiş durumda. İnsanın içindeki yaşama arzusu, işlevi bitmişçesine bir kenara fırlatılıp atılmış ve onun yerine uyuşukluğa bağlı ölümcül bir isteksizlik konmuş. Atmosferden oksijen yerine can sıkıntısı teneffüs ediyoruz. Başkalarından enerji yerine bıkkınlık alıyoruz. Başkalarına ilham yerine tekrarlardan kurulu yorgunluklar veriyoruz. Bulunduğumuz bütün uzamlar hiçlikten besleniyor ve bu da yaşamla varoluş arasındaki tepkimeye halel getiriyor.

Kelimenin gerçek anlamıyla, iç dünyamızın yanı sıra dışarıdaki dünyayı, kendimizle birlikte gezegenimizi, değerlerimizle birlikte bizden habersizce değere dönüşmüş eko sistemlerin tamamını çürütme yarışındayız. İnsanın dışarıdan ve içeriden aşındırılması yarım yamalak hayatlar peyda ediyor ve ne beden ne ruh ne de zihin, olması gerektiği ışıltıyı salmak için kendinde güç bulabiliyor. Ruh da beden de zihin de mümkün olduğunca kendisini varoluşunun aşağılarına çekiyor, yukarı, daha yukarısı gittikçe uzaklaşıyor. Dünyaya karşı içtenliğini yitirmek kendine yönelik sevgiyi sulandırmak anlamına geliyor ve biz nesneleri ne kadar kendi oluşundan alıp başkalaştırırsak onların bizden aldığı hınç da o kadar artıyor. Sevgi abartıldığında zorunlu olarak köleliği getirir. Nesne sevgisinin araç olmaktan çıkarılıp amaca dönüştürülmesi de nesne karşısındaki köleliği… Modernleşme, nesneye yakından bakışın hayranlığa dönüştüğü bir süreçken sonrasındaki gelişmeler bu hayranlığın bir acziyete, ardından değersizleşmeye dönüşmesinin hikayeleriyle dolu. Nesneleri kontrol altına almaya çalışırken onlar tarafından kıskıvrak yakalandık. Onları överken onların aşağılanmalarına maruz kaldık. Böylece olduğundan daha sıkı sararak, sarılarak hem onları doğasından uzaklaştırdık hem de kendi doğamızı bozduk. Abartıyla şımartılan elbette öç alır. Varılan noktada doğası bozulmamış hiçbir özne, hiçbir nesne, hiçbir olay ve hiçbir değer kalmamış gibi görünüyor. Varılan noktada nesneler de insanlar da hayata çarık çürük gözlerle bakıyor ve bu ikisinin bitişme noktasındaki bütün türevleşmeler kendiliğinden bir bozukluğa işaret ediyor. Göz gidince görüntü uzaklaşır, görüntü uzaklaşınca görünen olması gerektiği biçimiyle kendini ele vermez.

Tutamamak ve tutunamamak her zaman tükenişin bir adım gerisinde durur. Tutamamakta bir gücü yetmeyiş, bir ihmal vardır. Tutunamamak artık bir savruluşu, iradenin boşluğa düşmesini imler; tükenişin derinlerden, içeriden kaynaklandığına vurgu yapar. Tükenişin durduğu yer ise başka bir yerdir: Geri dönüşsüz yokluk… Üstelik burada varlığı, varoluşu her tarafa yaymanın yarattığı bir yokluktur söz konusu olan. Sayısız seçenek arasından birini bile seçme iradesi gösterememekten kaynaklı bir acziyettir bahse konu edilen ve aynı zamanda varlığın mutlaklaştırılmasından kaynaklı bir yokluk uçurumunun dibinde bulmaktır kendini. Sonsuzluk, bu noktada, kendi içine kıvrılarak sonlu oluşun maddesine dönüşmüştür. Ölüm hayatı yenmiş, sevgi nefrete kaybetmiştir. İstek isteksizlik tarafından esir alınmış, özgürlük köleliğe rehin verilmiştir ve elbette heves, tükenmişliğe.

Tutamamak ve tutunamamakta her zaman bir umut ışığı vardır. Tutamayanın tutma ihtimali daima potansiyel olarak iradenin içinde mevcuttur, tutunamayan bir gün, bir yerde tutunabilir belki ama tükeniş cümlenin sonuna konan noktadır. Sonrası yoktur. Geri dönüşsüzdür. Tükenmiş varoluşlar, en çok da varoluşun uzağına düşmüşlerdir ve burada sıfat her durumda ismi niteleyen bir şey olmanın çok ötesine geçerek ismin doğasını ve karakterini belirlemenin mutlak hakimidir. Ölümcül bir devridaimin oyuncağıyız hepimiz: Tüketirken tükenmek, tükenirken tüketmek. Tüketerek tükenmek, tükenerek tüketmek. İnsanlar, nesneler, zihinler, duygular, değerler birbirini beslemiyor artık, yok ediyor. Nesneler yanlış kullanılmanın öcünü alıyor: Yediğimiz her nesne boğazımıza takılıyor, dokunduğumuz her yüzey tenimizi yakıyor. Değerler de öyle: Aşk, hemen nefrete, erdem bir anda çıkara, tevazu bir anda kibre dönüşüyor. Merhametten zulüm, özgürlükten hapishaneler inşa ediliyor. Yerin altına gömdüğümüz kötülüklerin orada kalacağını düşünüyoruz. Tıpkı derimizin altında dolaştırdığımız günahların orada kalacağını düşünmemiz gibi ama öyle olmuyor. Bütün yaralar bir gün mutlaka yüzeye çıkar. Erzincan’daki göçüğün başka ne anlamı olabilir ki? Tükenmiş varoluşlar sadece tüketir…