Trene binemeyenler
“Yola çıktık milletvekili oldular, belediye başkanı oldular, bakan oldular ama trenden indiler. Trenden inenler de bir daha zaten bu trene binemediler, binemeyecekler.”
Değerlendirme yapmadan önce baştan şunu diyelim: Bu trenin yolu açık olsun.
Şimdi gelelim trene, trendekilere, trenin istikametine. Giriş cümlesi, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Erdoğan’a ait. Bu cümlenin devamında ise iki kelime vurgulanıyor: hesabî ve hasbî.
Önce hesabî üzerinde duralım. Hesabî, hesapçı demektir. Bu hesap menfaate ve çıkara dayalıdır. Bunlara prim vermiyoruz, deniliyor. Trenden inenler niye indi? Asıl cevabını bekleyen soru budur. Gideceğe yere giden, yükünü tutan, işini halleden, istediği makama ve doyuma ulaşan ve artık hesabı kalmayanlar olabilir mi? Doğrusu bu soruların cevabını ancak trene binenler bilir. Gerçekten de trenden inenler, tekrar bu trene binmek ister mi? Bu da ayrı bir soru tabii ki. Kanaatim o ki tren yoluna devam ettiğine göre bu trene tekrar binmek isteyenlerin sayısı az değildir.
Gelelim hasbî olanlara. Hasbî, gönüllü ve karşılıksız iş yapan demek oluyor ki biz, böylelerine “dava adamı” diyoruz. Dava adamı payesini almak zordur. Bunun için çetin yollardan, çilelerden geçmek gerek. AK Parti’yi kuranlar 2001’de gökten zembille inmedi. Bu insanların yetiştiği ocaklar vardı. Buralarda dava şuuru kazanıldı. Karşılıksız ve sadece Allah rızası için yola revan olur bu adamlar. AK Parti treni gerçekten de “hasbî” insanlarla yola çıktı.
Bu tren dualarla ne nice umudu bağrında besleyerek yola çıktı. Bu trenin yakıtı gözyaşı, emek, alın teri, sabır, ihlas ve dua idi. Bu trenin istikameti doğrudan milletin kalbiydi. Saf ve iman dolu kalp! Yolculuk buraya doğru idi. Varıldı da bu kalplere. Nihayetinde ilk seçimde tek başına iktidar oldu AK Parti. İşte asıl mesele de burada başladı. İktidar olmak zordu ama iktidarda kalmak, tertemiz kalmak daha da zordu. Tren durmamalıydı. Onu bekleyen nice duraklar vardı.
Mağdur ve mazlumların beklediği “adalet durağı” vardı. Evet, bu duraktakilerin gözleri yollarda, elleri duada bekleyip duruyorlardı. Trenimiz dağları, ovaları, köyleri, şehirleri aşıyor kendisini bekleyenlere doğru gidiyordu. Kendisine bir hudut çizmeyen bu tren, dünyanın en uzak yerlerindeki mazlumlara bile umut olmuştu. Uzak Doğu’dan Afrika’ya kadar nerede mazlum varsa bu trenin istikametindeydi. Ulaştı da umut treni, gözyaşlarıyla karşılandı. Buralara aş götürüldü, su kuyuları vuruldu, okullar, hastahaneler açıldı. Trenimizin tek yakıtı ise “ihlas” idi. Tek derdi Allah rızasını kazanmak olanlar yani “hasbî” olanlar trenin sorumlularıydı.
Hasbî adamlar gece gündüz koşarken, bu arada bir de hesabîler türemiş anlaşılan. İnsan işte, nefis taşıyor. Böylelerinin varlığı düzeni bozuyor, treni yavaşlatıyor, varılması gereken duraklara geç varılıyordu. Trendeki hesabî adamların gücü ve sayısı artsa da kimse bu adamları indirmeye kolay kolay cesaret edemiyordu.
İmdi! Geldik bugüne. Meğerse bu trene binemeyen, hatta kasıtlı şekilde alınmayan hakiki hasbî adamlar da varmış. Biz hep trendekileri konuştuk. Asıl konuşulması gerekenler bu trene hiç bin(e)meyenler olmalıdır.Trenin eskiden konforu yoktu. Bu trende sıkıntı, alın teri, çile, gece gündüz çalışma, uykusuzluk, yorgunluk vardı. Yakıt ise dedik ya “gözyaşı, emek, alın teri, sabır, ihlas ve dua” idi. Şimdi trenin konforu iyi, yakıtı ise maddî sermaye deniliyor. Bilinmelidir ki trene binemeyen hasbî adamların duası yine bu tren içindir. Çünkü trenimizin varması gereken çok durak, çok masum ve mağdur edilmiş kalp, ekmeksiz hane, aşı ve aşkı çalınan gönüller var. Ha, unutmadan diyelim, bir de trene kaçak binenler var! Onlar da başka bir yazımızın konusu. Yolun açık olsun AK tren!