Totalitarizmden mutluluk hapına
JoseSaramago’nun ünlü romanı Körlük’ten bir alıntıyla başlayalım;
“-Neden kör olduk?
-Bilmiyorum, bunun nedeni belki bir günkeşfedilir.
-Ne düşündüğümü söylememi ister misin?
-Söyle,
-Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, bizzaten kördük.
-Gören körler mi?
-Gördüğü halde görmeyen körler.”
Uzun zaman oldu ki bir insan olarak belirmiyoruz. TC kimlik
numaraları, HES kodları belki de aşı pasaportlarıyla birlikte artık birer
numaradan ibaretiz.
Anti-sosyal medya
mecralarında sanal gerçekliğe mahkûm edilmiş birer kör bireylere dönüştürüldük.
Bu sanal dünyada gerçeklik algısından kopartılarak gittikçe nesneleşiyoruz.
Gördüğü halde görmeyen körler…
Gözetlenmeyi, dolayısıyla hükmedilmeyi artık umursamıyor
hatta büyük keyif alıyoruz. Bugün
hedonizmin iktidarlar tarafından bir kontrol aracı olarak kullanıldığı gerçeği
ile karşı karşıyayız.
Bilirsiniz Yunan mitolojisinde ArgusPanoptes
adında her şeyi gören amakendisi asla görülemeyen bir dev vardır. Kimilerine
göre sadecebir gözü vardır kimilerine göre de yüz gözlüdür. Bu dev her şeyi,
her zaman görebilmektedir.
1785 yılında Bentham’ın
tasarladığı panoptikon adlı “görünmeden görmeye” odaklı hapishaneyi inceleyen
Foucault, Panoptikon’u bir metafor olarak kullanacak ve buradan tüm dünyanın
esasında dev bir Panoptikon olduğunu bizlere anlatacaktır.
Ortaçağda veba ve cüzam salgınına karşı çıkarılmış karantina
kurallarına da değinen Foucault, karantina uygulamalarının tedavi etmekten
ziyade toplumu gözetlemekten ve bireyselleştirerek kontrol altında tutmaktan
ibaret olduğunu söyler.
Orwellise romanında, toplumu
sürekli gözetleyen düşünce polislerinin kurduğu baskıyla bir itaat kültürünün
aşılandığını anlatır.
Böylelikle totaliter toplum yapısı içerisinde yaşayan insanlar,iktidartarafından
kontrol altında tutulmayı zamanla içselleştireceklerdir.
19. yüzyılda totaliter devletler
kendilerine itaatte kusur etmeyen bir toplum yapısı oluşturmak için baskı ve
zorlama yolunu tercih ettiler. Okulları da bu sebeple devreye soktular.
Keza polis gücüne dayalı bir baskı ile de toplumları kontrol altında tuttular.
Modern ulus devletlerin karakteristik özelliği bu idi. Ne var ki
bugünün post-modern dünyasında işler biraz karmaşıklaştı.
Postmodern kültürde artık haz
odaklı yeni bir tüketim biçiminin varlığı ile karşı karşıyayız. Bugün toplumlar
artık totaliter baskı unsuru ile değil mutluluk hapıyla uyuşturuluyor ve
yeniden biçimlendiriliyor.
Bugün artık gözetlenmekten ve karantina uygulamalarından büyük keyif
alan ve bunu kendi rızası ile yapan uyuşturulmuş bir insan kitlesi var.
İktidarın gözetiminden çıkmak ise büyük suç işlemek gibi bir şey oldu.
Sokakta maske takmayan birine
artık en büyük cezayı iktidar değil bizzat onunla aynı kısıtlamayı paylaşan bir
diğer insan kardeşi kesiyor!
Kısacası bu çağda toplumun disipline edilebilmesi bizzat toplumun
rızası ile gerçekleşmektedir.
Dr.ShoshanaZuboff, geçenlerde
kaleme aldığı bir yazısında bu süreci epistemik darbe olarak nitelendiriyor.
Ve ilaveten; Bugün bilgi nasıl dağıtılıyor? Dağıtımını hangi otorite yönetiyor
ve o otoriteyi hangi güç koruyor? Kim biliyor? Kimin bileceğine kim karar veriyor? Kimin bileceğine kimin karar
vereceğine kim karar veriyor? Türünden sorgulayıcı sorular soruyor.
Bugün medya, ihracat fazlası uzmanları ekranlara çıkartarak toplumun gerçekten
bilmesi gerekenleri sansürleyerek hakikate zulmediyor. Ve asla bu süreci
sorgulayıcı tek bir haber ya da program yapmıyor.
Rahmetli Erbakan da 2005
yılında, RAND Corporation’un hazırlattığı bir raporu yorumlarken şöyle diyordu.
Herkesin her kıpırdayışını takip edecekleri bir bilgisayar ağı kurulacak.
Bununla her şeyi istedikleri gibi kontrol edecekler. Ve dünyadaki ülkeleri
birer polis devleti haline getirecekler.
Asıl vahim olan nedir biliyor musunuz? Bir avuç duyarlı insan hariç hemen
herkesin gördüğü halde görmediği bu korkunç projenin gönüllü kölesi haline
gelmesidir. Somasını yutan her şeyi unutuyor!