Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.69
Gram Altın
2972.24
BIST 100
9946.78
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Şubat 2021

Totalitarizmden mutluluk hapına

JoseSaramago’nun ünlü romanı Körlük’ten bir alıntıyla başlayalım;

“-Neden kör olduk?

-Bilmiyorum, bunun nedeni belki bir günkeşfedilir.

-Ne düşündüğümü söylememi ister misin?

-Söyle,

-Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, bizzaten kördük.

-Gören körler mi?

-Gördüğü halde görmeyen körler.”

Uzun zaman oldu ki bir insan olarak belirmiyoruz. TC kimlik numaraları, HES kodları belki de aşı pasaportlarıyla birlikte artık birer numaradan ibaretiz.

Anti-sosyal medya mecralarında sanal gerçekliğe mahkûm edilmiş birer kör bireylere dönüştürüldük. Bu sanal dünyada gerçeklik algısından kopartılarak gittikçe nesneleşiyoruz. Gördüğü halde görmeyen körler…

Gözetlenmeyi, dolayısıyla hükmedilmeyi artık umursamıyor hatta büyük keyif alıyoruz. Bugün hedonizmin iktidarlar tarafından bir kontrol aracı olarak kullanıldığı gerçeği ile karşı karşıyayız.

Bilirsiniz Yunan mitolojisinde ArgusPanoptes adında her şeyi gören amakendisi asla görülemeyen bir dev vardır. Kimilerine göre sadecebir gözü vardır kimilerine göre de yüz gözlüdür. Bu dev her şeyi, her zaman görebilmektedir.

1785 yılında Bentham’ın tasarladığı panoptikon adlı “görünmeden görmeye” odaklı hapishaneyi inceleyen Foucault, Panoptikon’u bir metafor olarak kullanacak ve buradan tüm dünyanın esasında dev bir Panoptikon olduğunu bizlere anlatacaktır.

Ortaçağda veba ve cüzam salgınına karşı çıkarılmış karantina kurallarına da değinen Foucault, karantina uygulamalarının tedavi etmekten ziyade toplumu gözetlemekten ve bireyselleştirerek kontrol altında tutmaktan ibaret olduğunu söyler.

Orwellise romanında, toplumu sürekli gözetleyen düşünce polislerinin kurduğu baskıyla bir itaat kültürünün aşılandığını anlatır.

Böylelikle totaliter toplum yapısı içerisinde yaşayan insanlar,iktidartarafından kontrol altında tutulmayı zamanla içselleştireceklerdir.

19. yüzyılda totaliter devletler kendilerine itaatte kusur etmeyen bir toplum yapısı oluşturmak için baskı ve zorlama yolunu tercih ettiler. Okulları da bu sebeple devreye soktular. Keza polis gücüne dayalı bir baskı ile de toplumları kontrol altında tuttular.

Modern ulus devletlerin karakteristik özelliği bu idi. Ne var ki bugünün post-modern dünyasında işler biraz karmaşıklaştı.

Postmodern kültürde artık haz odaklı yeni bir tüketim biçiminin varlığı ile karşı karşıyayız. Bugün toplumlar artık totaliter baskı unsuru ile değil mutluluk hapıyla uyuşturuluyor ve yeniden biçimlendiriliyor.

Bugün artık gözetlenmekten ve karantina uygulamalarından büyük keyif alan ve bunu kendi rızası ile yapan uyuşturulmuş bir insan kitlesi var. İktidarın gözetiminden çıkmak ise büyük suç işlemek gibi bir şey oldu.

Sokakta maske takmayan birine artık en büyük cezayı iktidar değil bizzat onunla aynı kısıtlamayı paylaşan bir diğer insan kardeşi kesiyor!

Kısacası bu çağda toplumun disipline edilebilmesi bizzat toplumun rızası ile gerçekleşmektedir.

Dr.ShoshanaZuboff, geçenlerde kaleme aldığı bir yazısında bu süreci epistemik darbe olarak nitelendiriyor. Ve ilaveten; Bugün bilgi nasıl dağıtılıyor? Dağıtımını hangi otorite yönetiyor ve o otoriteyi hangi güç koruyor? Kim biliyor? Kimin bileceğine kim karar veriyor? Kimin bileceğine kimin karar vereceğine kim karar veriyor? Türünden sorgulayıcı sorular soruyor.

Bugün medya, ihracat fazlası uzmanları ekranlara çıkartarak toplumun gerçekten bilmesi gerekenleri sansürleyerek hakikate zulmediyor. Ve asla bu süreci sorgulayıcı tek bir haber ya da program yapmıyor.

Rahmetli Erbakan da 2005 yılında, RAND Corporation’un hazırlattığı bir raporu yorumlarken şöyle diyordu. Herkesin her kıpırdayışını takip edecekleri bir bilgisayar ağı kurulacak. Bununla her şeyi istedikleri gibi kontrol edecekler. Ve dünyadaki ülkeleri birer polis devleti haline getirecekler.

Asıl vahim olan nedir biliyor musunuz? Bir avuç duyarlı insan hariç hemen herkesin gördüğü halde görmediği bu korkunç projenin gönüllü kölesi haline gelmesidir. Somasını yutan her şeyi unutuyor!