Toprak ve tohum
Yaşamakta olduğumuz yeni süreçlerde yeni sınavlarla sınanmaktayız. Çetin kışlardan, soğuk şubatlardan, zorlu yokuşlardan sonra yeni durumlardaki duruşumuz ciddi bir analizi kaçınılmaz kılıyor.
Yokluk günlerinde varoluşunu tüm olumsuzluklara rağmen onurlu bir şekilde sürdürebilen bizim kuşak bugünlerde nedense yorgun ve yılgın…
Kışı kaldırabilenler sanki yaza hazırlıksız yakalanmış gibiler…
En dar günde rüzgâr estirebilen bizler, bugün esen konjonktürel rüzgârlara açık bir haldeyiz… Hatta rüzgâr bizden yana esiyor olsa bile yelkenleri şişirecek kararlılık yok…
Ya da soruyu şu şekilde değiştireyim…
Rüzgârımıza ne oldu?
Yılların birikimini kitleyen bitmişlik, bezginlik, bıkkınlık ne anlama geliyor?
Adı konulmayan bir yorgunluk… Önü alınamayan bir donuklukla karşı karşıyayız…
Teşhisi koymakta da zorlanıyoruz…
Tükenmişlik sendromu mu? ‘Kabullenilmiş çaresizlik’ veya ‘öğretilmiş çaresizlik’ mi deseydim…
Üretilmiş korkular mı? Kronik tembellik mi? Ertelenmiş sorumluluklar mı? Yoksa yenilerin deyimi ile mental yorgunluk mu diyelim…
Bize bir haller oldu!..
Daha da beteri… Yoksa halimizden memnun muyuz?
Son hallerimiz kaçınılmaz kaderimiz mi yoksa kusurumuz mu?
Yeni bir sorgulamaya ihtiyaç duyuyor muyuz? Yoksa süreci kanıksıyor muyuz?
Evet, en ciddi sorun ihtiyaç duymamak… Olguya teslim olmak… Eskilerin ifadesi ile teslim bayrağını çekmek… Kendini iptal etmek…
Dava aşkı ve adanmışlığı körelince azim ve aksiyon kalmıyor… Gönüllülük gidince günü kurtarma tesellisi ile yetiniliyor…
‘’Siz söyleyin ben yapayım’’ modundan çıkılmadığı için hep beklemede kalıyoruz…
Zamanla mazeret üretmeden dolayı maharetler ortaya çıkmıyor, kabiliyetler köreliyor, marifetler erteleniyor…
Habire toplanıyoruz ama bir türlü toparlanamıyoruz…
Toplantıdan topluma geçiş yapamıyoruz… Tasavvurdan tatbikata intikal edemiyoruz… Tefekkürden teşebbüse taşıyacak güçlü bir irade ortaya koyamıyoruz…
Söylemden eyleme… Teoriden pratiğe… Sohbetten sefere… Salondan sahaya zayıf kalıyoruz…
Sadece İstanbul’u düşünürsek belki her gün binlerce tefsir sohbeti gerçekleşiyor; ama Kadıköy’ün, Ataköy’ün, Bakırköy’ün rengi değişmiyor…
Söylem, söylev, sunum, seminer ve sohbette yoğunuz fakat heyecan oluşmuyor… Hareketlilik göremiyoruz… Yeni yetenekler ortaya çıkmadığı gibi mevcudu korumakta bile zorlanıyoruz…
Bu süreci lehimize çevirmek aslında bize bağlı…
Öncelikle kendimizi ikna etmemiz gerekiyor… Toplumsal sorumluluklarımızı öncelememiz lazım geliyor…
Karar ve kararlılığımız olursa, açamayacağımız kapı, ulaşamayacağımız kalp kalmayacaktır…
Yorgunluğumuzu alacak cümleler kurmalıyız…
Tembelliğimizi atacak okumalar yapmalıyız…
Zamanın ruhunu yakalayacak yapılanmalara girmeliyiz…
Aklımızı iyi kullanırsak mütefekkir oluruz… Elimizi iyi kullanırsak müteşebbis oluruz…
Bilelim ki, bu topraklara cemre düştü… Toprağı da tohumu da iklimi de en iyi bilen bizler değil miyiz?
Bu toprakların çiçeklenmesi için daha fazla çaba lazım…