TOPLUMUN VİCDANI OLMAK
Dünkü yazımı "bugün kim Türkiye'nin vicdanıdır?" diye bir soruyla bitirmiştim. Nedense, bugün Türkiye insanının mevcut konumunu bu açıdan son derece sallantıda görüyorum. Çünkü, siyaset, toplum, gündelik hayat mekanik bir işleyişe dönüştükçe, meşruiyetler kalpten ve vicdandan değil, "kitabına uydurmak" üzerinden alınınca, en başta adaletin gerçekleşme ihtimaline olan güven zayıfladıkça, ümitler insanlar arasından çekip alınır. Halbuki bir toplumsal vicdan, en azından adaletin bir gün gerçekleşme ihtimaline inadırıcı vurgu yaptığından önemlidir. Bu kadar yalancı ilişkilerin geliştirildiği bir dünyada, insanın hakikati duymaya olan açık ve örtük biçimde ihtiyacı vardır.
Hz. Peygamber (SAV), içine geldiği toplumun her şeyden önce vicdanı olmuştur. Kur'an-ı Kerim, "kız çocuğuna hangi suçtan dolayı öldürüldüğünün sorulduğu" (81/Tekvir, 8-9) derken, toplumda üzerinde düşünülmeden uygulanagelen şeylere karşı vicdanları uyandırmaya çalışmıştır. Bölüşüm ve paylaşımın adil yapılmasına dikkat çekmiştir. Aynı surede Allah (CC), "Gidiş nereye?" diye sorarken, bu kadar hengamenin içerisinde insanın durup bir şoka uğramasını istemektedir aslında.
Siyer dersinde en sık tekrarladığımız bir şeydir Hz. Peygamber'in insanlar arasında "El-Emin" yani güvenilir bir kimse olduğu. Değilse kimse Onun peygamber olduğuna falan inanmazdı. Bundan dolayı Kabe hakemliği söz konusu olduğunda kapıdan giren ilk kişinin Hz. Muhammed olmasına herkes sevinmiştir. O, peygamberliğini Mekke toplumuna ilan ederken herkesi Ebu Kubeys'in etrafına çağırdığında, insanlar "senin daha önce yalan söylediğini işitmedik" şehadetinde bulunmuşlardı. Bir kısım Mekkeliler, Hz. Peygamber'e inanmamakla birlikte, Ona kıymetli eşyalarını emanet etmeye devam etmişlerdir. Hz. Muhammed de, Mekke'den gizlice hicret ederken bile, kendisini öldürmeye çalışan insanların emanetlerini sahiplerine vermek üzere Hz. Ali'yi görevlendiriyordu. Medine'de de bu yüzden, hangi dine inanırsa inansın, Hz. Peygamber kendisinin adil hükmüne inanılan bir şahsiyet idi. İşte benim toplumun vicdanı olmak dediğim şey budur.
Yaşadığımız bu kargaşa ve gürültü ortamında belki kaybettiğimiz en önemli şey işte bu oldu. Hangi ideoloji, din ve düşünceye sahip olursa olsun toplumumuzda "vicdan" olacak mecraları hızla kaybetmeye devam ediyoruz. Zaferler sayısal çoğunluklarla elde edilen şeyler değildir sadece. Adaletin, hakkın gerçekleşeceğine ve bunun bu dünyada olabileceğine dair ümide ihtiyacımız var.
Çöplüklerden ekmek toplayan, karton toplayan insanlara ahireti yani ölümden sonraki hayatı nasıl ve hangi yüzle anlatacaksınız; bu insanlar ölmeden önce bir "hayat"a sahip değilken. Merdiven altlarında, kötü koşullarda asgari ücret bile almayan insanlara din adına ne diyeceksiniz? Dinin hangi konusunu anlatacaksınız? Burada gece gündüz hayata küsmüş kadın ve erkeklerin geleceğe dair en ufak ümidinin bile kalmaması, aslında toplumsal bir anomiyi işaretlemiyor mu?
Hasılı, bugün yolsuzluk, paralel yapı tartışmaları, beddualar, bolca dinsel argümanlara başvurularak yapılmaya çalışılan meşrulaştırmalar sonucunda, toplumsal vicdan kavramının giderek tükendiğini hissediyoruz. Bugün tüm sorunlarımız karşısında, bu sorunların nasıl ve kimler tarafından düzeltilebileceği tartışmasında Türkiye'nin vicdanı olabilecek kimler elimizde kalmıştır. Toplumsal vicdan kimdir sorusuna bir cevap veremiyorsak, zaten kaybettiğimizin de ne olduğunu ortaya koymuş oluyoruz.