Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Şubat 2020

Toplumsal Yozlaşma

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki dünya tarihinin en zayıf, en aciz insanları haline geldik. Saldırının her türlüsüne, reklamın binlerce çeşit baskısına gayet açık bir canlı olduk.

Tüketim vahşeti her ürün, bin bir cezp edici kodla sarmalanıp insanların nefsinin evet diyeceği hale getiriliyor. Nefs, evet dediyse iş tamamdır. O şey, hemen satın alınıyor.

Kanaat ve şükür kavramının ve ameliyesinin içini boşaltmışız. Ne elimizdekine şükredebiliyoruz ne de bu bize yeter deyip kanaat getirebiliyoruz. Değil ölene kadar, yüzlerce sene yetecek kadar giyeceğimiz, oturacağımız eşyamız var. Evlerin bile modası geçiyor, yeni evler alıyoruz. Tüketmek, nefes alıp vermek kadar doğal hale gelmiş. Tüketmek, sanki vücudumuzun asli bir organı olmuş. Tüketmeyince nefesimiz daralıyor, yaşayamıyoruz. Tüketirken hiç ama hiç aklımızı kullanmıyoruz.

Bu kadar çok tüketmek, aşırı üretmekle karşılanabiliyor. Ortaya çıkan devir daim, çok az insanın cebine büyük servetler olarak akıyor. Tüketmek çılgınlığı, aç kalmak, işsiz kalmak çığlıklarına karışıyor. Bu sistem, düzenli olarak işsiz üretiyor. Ev kirası, elektrik, su, telefon, ulaşım, eğitim, gıda her şey para ve hiç aralıksız devam eden ihtiyaçlar. Kısa bir gelir dengesizliği, insanları intihara bile sürükleyebiliyor.

Daha dün insanların tamamına yakını, yarı aç yarı tok yaşıyordu. İhtiyaç kadarı hayatın belirleyicisiydi. İhtiyacınız varsa alıyor yoksa dönüp bile bakmıyordunuz. Gelecek kaygısı asla bugünkü gibi değildi ve neredeyse yoktu.

Bugün ise aklın tamamen devre dışı kaldığı bir garip dünya var. Durmadan üretiyor, durmadan tüketiyoruz. Bir toplumu ayakta tutan, güçlü kılan en büyük değerlerden biri olan dayanışma içinde olmak, iktisadi bir yapının gereği olarak paramparça edilmiş. Dayanışma, yerini rekabete bırakmış. Rekabetin tek sloganı var: “Altta kalanın canı çıksın.”

İnsan nefsi, mutlak olarak ben merkezli düşünür, hesap eder ve uygular. Ortam da buna uygun olursa, herkes kendini kurtarmayı düşünür. Her öğrenci; birinci olmayı, barajı aşmayı, hedef gösterilen kazanma puanına ulaşmayı hedefler. Böyle olunca, ilk önce ben demek zorunda kalır. Çünkü sistem, böyle yerleşmiştir. Haliyle de dayanışma duygusu ortadan kalkmış olur. İnsan, bir günde terzilik, çömlekçilik, aşçılık, doktorluk mesleklerini öğrenemediği gibi dayanışmayı da öğrenemez.

Hadi deyince dayanışma olmaz. Dayanışma; bir bilgi, bir uygulamadır. Dayanışma, büyük bir kurtarıcıdır. Dayanışmanın en büyük parçasını; akıl, ortak akıl, çözüme giden akıl oluşturur. Birbirini yok edercesine rekabet eden, rekabetten çok kapışma kültürüne dönüşen bir ortamda insanlar nasıl ortak akıl üretecek?

Ortak akılla kâmilen bir dayanışma, zamanla meyvesini verir ve sevgiye, saygıya dönüşür. Köylerde eski dönemde gerçekleştirilen her toplumsal faaliyet, mükemmel bir dayanışma örneğiydi. Köy düzeninde birbirini sevmeyen insan yok gibidir. Zorlukları yenen tek güç, dayanışma idi.

Bugünün şehirleri, bugünün üretim düşüncesi, üç değerimizi aldı götürdü. Bunlar; aklen dayanışma, sevgi ve saygı.

Aklımız olmazsa çok kolay aldatılırız. Dileyen her güç, bizi istediği yere sürükler. İster parçalar, ister çukura sokar. Akıl, insan için bir dümendir. Akıl kimde yoksa aklı olan onu istediği yere sürükler.

Dayanışma, toplumsal sorunların birinci derecede çözümü olan güçtür. Dayanışma olmadan hiçbir sosyal problemi çözemeyiz. Sevgi olmadan da hiçbir şeyi birbirine bağlayamayız.

Bugün bunlar, Batıdan başlayarak yok edildi. İnsanların zenginlik kaynakları tükendikçe daha acımasız rekabete girecekler ve sevgi, yerini yok etmeye bırakacak. Hiçbir hayat, huzur bulamayacak.

Batıda olanın bizde olmayacağı ne malum? Batının başına gelenin bizim başımıza gelmeyeceğinin garantisi ne?

Buraya kadar olanlar malumun ilanı tespit ve teşhislerdi. Toplum olarak, devlet olarak ne yapmalıyız? Bir asgari ücretli babaya bana şu pahalı telefondan alsana diyen çocuğa, evdeki koltuklar kırılmak üzere değiştirelim diyen anneye maddi manevi katkılar ne olmalıdır? Bu işlerin psikolojisi ne ile ve nasıl düzelecektir?

Yakın zamanlarda yaşadığımız tabii afet, askeri harekât günlerinde milletimiz dayanışmanın çok güzel misallerini gerçekleştirdiler. Toplum olarak basında sıkça adını duyduğumuz safsatayla karışık şekilde meşum bir “Haçlının” adıyla zikredilen o muhteşem kişi/lerin yaptığını örnek almamız gerekir. Her birimizin bakkaldaki veresiye defterini satın alarak, kapıların eşiğinden para dolu zarf uzatarak borçluya nefes aldıran o iyi/ler gibi olması gereklidir.

Kimin elinde neyi varsa azlığına çokluğuna bakmadan tüm Türkiye’nin aynı davranışı her gün yapmasıyla dayanışma oluştururuz. Olan olmayana, olan olana dağıtarak elimizdekinin bereketini birbirimize milletçe yaymalıyız. Milletçe bu işi göğüslemeliyiz. Böylece sevgi ve saygı devam etmelidir. Aklı kullanabilme devam etmelidir.

Kamu Kurumlarının hocası öğretmeni, psikoloğu sosyoloğu komşu evlere dağılmalıdır. Bu işin psikolojisini ve maneviyatını insanlara öğütlemeli, onları eğitmelidir. Devletin diğer kurumlarının muhtaçlara maddi destek verdiği bilinmektedir. Veren devlet, vermeyen devletten daha evladır. Devletin, daha çok vermesi gereklidir. Yakın tarih örneklerimiz mutlaka bunun yolunu bize miras olarak bırakmıştır.

Düşünülerek söylenen sözler, her tuzağın zararını bertaraf eder. Doğru tespit edilen her soruna, doğru teşhis konulabilir. Doğru teşhis konulan her sorun, bir gün mutlaka çözülecektir.

Öyleyse, birlik için nasıl bir çalışma yapmamız lazım geldiğini şimdi bir kere daha düşünmeliyiz. Çözüme giden akıl, sevgi ve saygı ile her sorunu dayanışma içerisinde çözebiliriz.

Sizce de öyle değil midir?