Toplumsal terbiyeden vazgeçme
Toplumsal terbiyelerinin şuurunda olan insan ve toplumun ana gayesi, tüm açlıkları doyurmaktır. Bu açlık doyurmak sadece mideleri değil gönüllerin, kalplerin ve ruhun açlığını doyurmak üzeredir. İnsan ve toplumun kendisi olabilmesi demek zaten bunları doyurmak, beslemek demektir. Zaten toplumsal terbiyeli olmak demek de böyle davranmak demektir.
Toplumun, toplumsal
terbiyesi tamama ermezse o toplumun batması zaten pek yakındır. Toplumsal
terbiye, hem devlet kurumları ile hem de sivil kurumlar ile beraber başarılabilecek
bir iştir. Bu işte devlet kurumları var, sivil kurumlar yoksa başarısızlık
aşikârdır. Ya da tam tersi de aynı şekilde sonuç verecektir.
Bütün bunların
neticesinde toplumsal terbiye dediğimiz kavramın içeriğinde maddi ve manevi
kalkınma baş iştir. Bununla beraber mutlaka ve mutlaka insan ve toplumun ilim,
ahlak, akıl ve ruhunun doyurulması, beslenmesi gereklidir.
İnsanın en önemli
özelliklerinden biri, ilim sahibi olabilmesidir. Sahip olduğu bu
ilim sayesinde her canlıdan üstün olduğu gibi meleklerden daha üstün bir
konuma yükselebilir. Nitekim bildirildiğine göre ilminin sayesinde melekler
dahi insanın önünde eğilmişlerdir. İnsanın bu üstünlüğü ne soyundan ne de
sopundan gelir. Sadece ilk insan Hazreti Âdem’e kazandırılan ilminden ve bu ilmi
ile âmil olmasından ileri gelmiştir.
İlim sahibi olmak tek
başına yeterli midir? Asla yeterli değildir. Bildirilenlere göre İblis de
birçok şeyi bilmektedir. Aynı şekilde Ebu Cehil olarak bilinen kişi de dönemine
göre çok bilgilidir. Ancak toplumsal terbiyenin diğer ayakları olan akıl, ahlak
ve amel onlarda noksandır. Noksan olduğu için de kaybedenlerden olmuşlardır.
Günümüzde, kendini
gericilik boyunduruğundan kurtaramayan pek çok siyasetçi, aydın, yazarçizer, ilim
konusunda maalesef sınıfta kalmıştır. Bunlar; ilmi, insan ve toplumun
kurtulmasında tek kurtarıcı olarak görmekte, ilme neredeyse yarı tanrı
muamelesi yapmaktalar. İlim, insan ve toplumu üç aşama, beş aşama ileri
taşıyabilir. Ancak tek başına sadece bu kadardır. Tek başına ilim tatsız, tuzsuz
yemek gibidir. Akıl, ahlak ve amel olmadan ilim tamama ermez. Toplumsal
terbiyeyi de kemale ulaştıramaz.
Medeniyet, toplumsal
terbiye ile olur. Bu iş; akıl, ahlak ve amel olmadan devam etmez. İnsanlar,
kendi ve toplum nefslerini terbiye etmezlerse zaten akıl, ahlak ve amelleri
kavi olmaz. Aklı olmayana zaten din de gerek değildir. Ahlak olmayınca
yaşanılan nedir? Amel olmayınca sevap ne kadardır? Bunlar olmayınca doğru ve
yanlış, iyi ve kötü yer değiştirir ve insan ve toplumun, her konusu sürekli bir
dırdır, bulunduğu her ortam “Mescidi Dırar” olur.
Akıllı insan
medeniyet kurabilmek için bireysel ve toplumsal nefsi ile savaş vermek ve
toplumsal terbiyeyi kazanmak zorundadır. Nefs, aklın ve ahlakın emrinde değilse
her iyiyi kötü, her yanlışı doğru kabul ilan eder. Kötülükte otoriter,
yanlışında dikte edici bireysel ve toplumsal bir terbiye sahibi olur. Böyle
olmasın isteniyorsa eğitimin her zerresi ahlak ve maneviyat dolu olmalıdır.
Akılsız ve ahlaksız bir insan, bırakın kendi nefsini terbiye etmeyi toplumsal
ve kurumsal nefse zerre fayda sağlayamaz ve terbiye medeniyeti kuramaz.
Dün ve bugün, insana
ve insanlığa, inanca ve inanana eziyet edilmesinin, bu kişilerdeki toplumsal
terbiye yoksunluğudur. Toplumsal terbiyesi olmayanların sürekli dırdırlarının
olmasının yegâne sebebi de budur. Çünkü bulundukları ortam, inançları ne olursa
olsun ideolojileri ne olursa olsun ya “Mescidi Dırardır” ya da olmaya adaydır.
Toplumsal terbiye mücadelesi üç şey ile kazanılır. Doğru
ve hakikati örtenlere sevkulceyşle, kalbi ile ameli farklı olanlara tedbirle ve
bilmeyenlere de merhametle davranılır. Ancak ilim, akıl, ahlak ve amelden yani
toplumsal terbiyeden asla vazgeçilmez.