Dolar (USD)
32.49
Euro (EUR)
34.58
Gram Altın
2479.99
BIST 100
9647.15
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

21 Ocak 2023

Toplumsal nasırlara basmak

Beyaz Türkler için yaptığı steril dizilerle tanınan Gülse Birsel, bir yayın platformu için hazırladığı “Yılbaşı Gecesi” adlı filmle tekrar gündeme geldi. Salgın sürecinde bayrama hazırlanır gibi yılbaşı kutlamasına hazırlanan Didem (Şebnem Bozoklu), Ozan (Fatih Artman) ve kızları Ada (Alina Boz), onca emek sonrası sokağa çıkma yasağının ilan edilmesi ve bu nedenle de davet ettikleri arkadaşlarının gelemeyecek olmaları ile başlıyor film. Arkadaşlarını davet edemedikleri için üzgün olan çift, hazırlıkların boşa gitmemesi adına daha önce ilişkilerinin olmadığı site komşularını yılbaşı partisine davet etmek zorunda kalmalarıyla yapım hareketleniyor. Yılbaşı ile ilgili hazırlanmış bir yapımda, eğlenceler, içkiler, küfürler, cinsel zemin dışında ortak noktasını olmayan gençler arasında bir film hazırlanmış olsa bu yapımı kendi haline bırakır, izleme gereği bile duymaz; ne halleri varsa görsünler diye geçiştirebilirdik ama film, zorlama senaryoyla hem amacını hem de haddini aşıyor.

Bir mafya babası olan Önder (Serkan Keskin), oğlu Togay (Boran Kuzum), yeğeni/koruması Selo (Emir Benderlioğlu) ve durmaksızın alkol tüketen eşi Arzu (Büşra Pekin) eve ilk gelen aile oluyor. Doktor olduğu zannedilen ama aslında bahçıvan olan alt gelir grubundan hırsızlığa meyilli Ahmet (Cengiz Bozkurt) ile eşi Şükran (Derya Karadaş), Trans şarkıcı Eftelya (Ayta Sözeri) ve eşcinsel arkadaşı Timoş (Nazmi Sinan Mıhçı), ev sahibinin yakın arkadaşı Serdar (Kubilay Tuncer), Serdar'ın evlilik bekleyen eski ilişkisi Seçilay (Gülse Birsel) da davete katılıyorlar. Son olarak siteden Alican (Alican Yücesoy) ve onun başörtülü eşi Neslişah (İrem Sak) aynı çatı altında, yılbaşı gecesinde bir araya geliyorlar.

Neslişah karakteri elinde akordiyonla yüksek sesle şarkı söyleyerek eve giriyor. Daha ilk andan itibaren anormallik fark ediliyor. Yılbaşı sofrasındaki tek başörtülü herksin dikkatini çekiyor. Kadehler havaya kaldırıldığında demokrasiden, birlikte yaşamadan dem vurulan klişe cümleler herkes tarafından kuruluyor. Sonrasında Neslişah’ın eski bir dansçı olduğunu, hızlı bir hayat yaşadığını ve son bir yıldır başını örttüğünü öğreniyoruz. Kocası Alican da her ihale işine kapalı eşini götürerek iktidarın nimetlerinden yararlanana, hiçbir dini hassasiyete sahip olmayan bir insan olduğunu da kayıt düşmeliyiz. Hidayete erdiğini paylaşan Neslişah, her müzikte güle oynaya neredeyse erotik danslar yapmaktan geri kalmıyor. İçki içenlere -herhangi bir pişmanlık emaresi taşımadan- güle oynaya viski taktikleri veriyor. Sonra da hep dans hep dans. Başörtülü bir kadının deliler gibi durmaksızın dans ettiğini gösterip duruyor yönetmen. Sinema tarihinde başörtülü bir figürün bu kadar ileri gittiği görülmemiştir. Üstelik Neslişah son derece dengesiz bir tip. Çantasında bir torba ilaçla geziyor. Halüsinasyonlar görüyor. Neslişah’ta bütün düğmelere aynı anada basılmış gibi tüm olumsuzlukları üzerinde toplayan karikatür bir tipe dönüştürülüyor.

Her şey bu kadarla kalmıyor. Neslişah’ın kocası son derece muzip bir insan. Arkadaşları onun eve dansöz getirmesini bekliyorlar. Serdar’ın gözü de bu nedenle Neslişah’ta. Başörtülü kadının yaptığı danslardan, kolundaki dövmeden ve muhabbetinden onun dansöz olduğunu düşünüyor. Ev sahibi ile Serdar kadını izleyip duruyorlar. Bir an Serdar, elini uzatıp Neslişah’ın başörtüsünü çıkarıyor. Evet, bir filmde başörtülü bir kadının başı, bir erkek tarafından zorla çekilip çıkarılıyor. Herkes şok oluyor. Neslişah başı açık ortada kalıyor. Üzülüyor tabi. Neslişah, kendisinin dansöz zannedildiğinin söylenmesi üzerine geçmiş yaşamını anlatıyor, bağımlılıktan kurtulmak için terapi amaçlı başını örttüğünü söylüyor. Serdar özür diliyor. Tüm bu rezil sahneler bir sinema filminde meydana geliyor.

Gülse Birsel, katıldığı bir programda filmdeki başörtülü karakterin kendine mahsus olduğunu, hiçbir kesimi temsil etmediğini söyleyerek kenara çekiliyor. Uzun yıllardır Tv işi yapan, başörtülü insanları değil başrol oynatmak, ekranda yoldan bile geçirmeyen Gülse Birsel, yaptığının basit bir yaratım olduğuna inanmamızı istiyor. Hemen her işinin politik olduğu bilinen ve filminde "bu ülkede en çok beyaz Türkler eziliyor" mesajını veren senaristin hemen her sahnesi çalışılmış olan filmindeki son derece sorunlu başörtülü karaktere saygı duymamız beklenmemelidir.

Gülse Birsel gibi sosyal medya platformlarına film hazırlayan insanların çok daha rahat bir ortamları olduğunu söylemeliyiz. Yapımlarını geniş halk kitlelerine, sinema salonunu dolduracak sanatseverlere beğendirmek gibi zorunlulukları yok; platform sahiplerine ve sosyal medya kullanıcılarına beğendirmeleri yeterli. Platformların beklentisi trans bireyler, eşcinsel karakterler, kendi ülkesine oryantalist bakan senaristler, cinsel içerikler olduğuna göre yapımcılar için bu beklentiyi karşılamak zor olmasa gerek; dünden hazırlar. Yapılan bir el artırmadır. Bir sonraki filmde başörtülü oyuncuların cinsel içerikli sahneleri de çekilmeye başlanabilir. Ne de olsa kimsenin bir sınırı, hududu, bariyeri yahut kaçış rampası yok. Gülse Birsel, bu filmiyle memleketimizin dini duyarlılığa sahip kitlelerinin nasırına basmıştır.

Nasır dediğimiz şey dar ayakkabılar giymek, ağır iş ortamında çalışmak ve basınca maruz kalmaktan ortaya çıkar. Toplumsal nasırlar da benzer nedenlerden oluşur; var olan kitleler daha dar alanlara sıkıştırıldıklarında, ağır şartlarda yaşamaya zorlandıklarında ve sürekli basınca maruz kaldıklarında toplumsal nasırlar ortaya çıkar. Her bir nasırın derin ve sancılı geçmişi vardır; dokunduğunuzda bin ah işitirsiniz, orantısız tepkiler görebilirsiniz. Kürt sorunu, başörtüsü meselesi, Alevilik memleketimizin nasırlarmış sorunlarıdır. Bu hassas konularla alakalı yazan, çizen, üreten herkes ayrı dikkat eder/etmelidir/etmek zorundadır. Bazıları, “Bu kadar hassas olmak zorunda mısınız? Bıktık sizin hassasiyetinizden. Ne kadar kırılgansınız.” Diyebiliyorlar. Evet hassasız. Bu memleket oldukça hassas bir coğrafyadır. Atatürk hakkında sahnede şaka yapan bir genç gözünü mahkemede açıyorsa; Alevilere ilgili espri yapan sunucunun sanat hayatı bitiyorsa kabul edelim ki toplumumuzun her kesimi hassastır. Herkes ayağını yorganına göre uzatmalı; kimse kimsenin nasırına basmamalı ve hepimiz aramızdaki ortak söz olan “saygı”nın etrafında toplanabilme olgunluğunu göstermeliyiz.