Toplumsal mutabakat açısından Medine Sözleşmesi
İslam tarihinde Medine’ye hicret sonrasında oluşan günün yeni koşulları gereği, şehirdeki Yahudiler ile diğer Arap kabilelerini kapsayan; Mekke’deki İslam muhaliflerine karşı Medine’de birliği sağlamak açısından siyasi, hicret eden Müslümanlar ile diğer insanların huzurunu temin etmek açısından ise sosyal yönü olan bir mutabakat metni.
Demokratik
birliği ve mutabakatı sağlayan, aslında çok taraflı bir anlaşma veya bir Anayasa
metni olarak tanımlanabileceği gibi, sadece bir sosyal anlaşma olarak da
değerlendirilebilen bir sözleşme.
Sözleşmenin
hazırlanmasında, arka planında İslam literatürü açısından eşitlikçi sosyal
ilişkiler, adalet, hakkaniyet ve insana değer veren anlayışın uygulandığı
gerçeği göz ardı edilemez.
Aslında
Medine Sözleşmesi ile yeni bir devletin kurulmuş olduğunu söyleyemeyiz. Sadece
var olan bir şehir devletinde sosyal, siyasi yeni bir süreçten söz edebiliriz.
Bu amaçla neden böyle bir sözleşmeye ihtiyaç duyulduğu konusu, anlaşmanın
yapılış biçimi, süresi, uygulanması ve bozulması ile anlaşmanın kurulacak şehir
devletinde hangi açıdan etkili olduğu önemlidir.
İslam’da
hukukun kaynağı Kuran’ın öngördüğü adalet ve hakkaniyet ilkeleridir. Dinin
emirlerinin geldiği toplumlarda her şartta aynen uygulanacağı şeklindeki
yorumlama biçimiyle Müslüman toplumlarda sorunların çözülmesi mümkün değildir.
Peygamberden
sonra vahyin uygulanmasında geleneksel ve sosyal bazı kalıplar ne yazık ki
İslam toplumlarında din haline geldi, böylece Müslümanlar toplumsal sorunlarının
büyük kısmını çözemediler, kargaşa, kararsızlık ve kanun ile ayet arasına
sıkışmış yapılar ile örfi din uygulamaları ortaya çıkmıştır. Resulullah
zamanındaki uygulamalar ile ondan sonraki uygulamaların, yasaların
uygulanmasında dönemin şartlarının göz önünde bulundurulması gerektiği
unutulmuştur. Zira yöneticilerin kanunları şartlara göre uygulayabilecekleri
gerçeği İslam’ın temel felsefesine asla aykırı değildir.
İslam’ın
önerdiği istişare sistemin de kurulmuş olan istişare meclisi (danışma meclisi)
ve günün koşullarına uygun adalet ve hakkaniyet ilkeleri ile yasama yapan bir
meclis, hangi nitelikte olursa olsun bir devletin yasama meclisidir. Bu açıdan
bakıldığında İslam’daki anayasa anlayışı ile modern anayasa anlayışı tamamen
birbirinden farklı anlayışlar değildir. Bu kapsamda vahyin adalet ve hakkaniyet
kuralları ile bunların uygulanması demokrasi kurallarına uygundur. Çünkü
istişare ilkesi, adalet ve dayanışma ve özgürlükle ilgili kurallar bunu
öngörmektedir
Medine
artık yeni bir yurttu. Hz. Peygamber bu yeni yurtta azınlıkta olan Müslümanlar
için öncelikle güvenlik ve ekonomik anlamda tedbir alması gerektiğini
biliyordu. Peygamber bir yandan kardeşlik tesisi ve nüfusun tespitiyle
uğraşırken, diğer yandan Yahudilerle ilişkilerini geliştirmek istiyor;
Medine’de çoğunluğu oluşturan Yahudi ve Müşrik Araplara güven vermeye
çalışıyordu.
Sözleşme
tahlil edildiğinde, Medine halkını oluşturan toplulukları, bunların birbirleriyle
ve yabancılarla olan münasebetlerini, bu toplulukların idari ve adlî
yapılarını, fertlerin sahip oldukları din ve vicdan hürriyetini belirli
esaslara bağlayan metin olduğu ortaya çıkmaktadır.
Medine
Sözleşmesi farklı zamanda yapılan anlaşma metinlerinin bir araya getirilmesi
suretiyle bile olsa kabile temelinde farklı inanç gruplarından insanların bir
araya gelerek kendi iradeleri ile oluşturdukları bir mutabakat metni özelliği
de taşımaktadır. Herhangi bir baskı ve zorlama olmadan, hak ve yükümlülüklerin
belirlendiği, anlaşmazlıkların ve uyuşmazlıkların çözüm merciinin tespit
edildiği önemli bir belgedir.
İlk
yazılı sözleşme hüviyetine sahip olan bu vesika ile herkes bulunduğu konumda
kabul edilmekte, örf, gelenek, din vb. konularda serbest bırakılmakta, Herkesin
birbirine saygılı davranması esas kabul edilmektedir.
Vesikanın
sağladığı bir diğer önemli nokta her inanç sahibinin istediği hukuk sistemiyle
yargılanma hakkına sahip olmasıydı. Bu ve benzeri hususlarda federal
birliktelik sağlayan uygulamalar daha sonra birleşerek Resulullah’ın hayatının
sonlarına doğru yerini merkezi bir yönetime bırakmıştır. Bu yeni yapıda adalet
ve güvenliğin sağlanması ortak ve sosyal bir sorumluluk mevkiine çıkartılmış,
taraflar birbirlerine karşı aynı cephenin bireyleri olarak sorumlu
tutulmuşlardı.
Zira
Medine Sözleşmesi ile adil, huzurlu ve mutlu bir toplum oluşturma yönünde çaba
sarf edilmiştir. Sözleşmenin hazırlanması ve kurulmakta olan idari yapıdaki
icraatlar daha sosyal ve demokratik bir toplum vaat eden İslam’ın insana,
inanca, kişilik haklarına, mal ve can emniyetine ve ortak yaşam kültürüne
bakışının bir sonucudur.