Toplumsal anomi görüngüleri
Anomi, sosyolojide bir kuralsızlık,
değersizlik durumu olarak bilinir ve hatta erken sosyolojik analizlerde
Durkheim’a atıflarla daha çok ele alınır. Özellikle toplumların hızlı değişim
zamanlarında, anomik durumlar daha fazla yükselebilmektedir.
Durkheim gerek Aydınlanma düşüncesi
gerekse Fransız İhtilali ile toplumda yaşanan sarsıntıları sorunsallaştırmıştır.
Bu iki kırılma noktası aslında sadece Fransa toplumunu değil; Avrupa ve giderek
tüm dünyayı etkin sonuçları ile etkilemişti. Diğer yandan bu kırılma
noktalarının sadece hızlı bir değişimi getirmesi üzerinden değil, içeriklerde
yarattığı dönüşüm bağlamında konuşulması gerekmektedir.
Öncelikle kırılma ve dönüşümlerin
dinin insan hayatında ve toplumdaki değişen konumlarında izlenmiştir. Din bu
süreçlerle birlikte merkeziliğini kaybettiğinden, toplumun değer dünyasının
nasıl inşa edileceği ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmaktaydı. Aydınlanma
düşüncesi, tasarladığı seküler birey ile yeni özne profilini belirlemekteydi.
Fransız İhtilali ise her şeyden önce Tanrı’nın meşruiyetine yönelik bir irtifa
kaybını ifade etmekteydi. Nitekim kitaplarda geçen ifadelerine göre Fransa
Kralı 16. Louis’nin öldürülmesi, Tanrı’nın ölümü demeye denk gelmekteydi.
Emile Durkheim’ın eserlerine
baktığımız zaman esas problemin, toplumdaki birliğin ve dayanışmanın din
merkeziliğini kaybettikten sonra nasıl sağlanacağı idi? Kendisi 17 yıl pedagoji
kürsüsünde yeni Fransa’da birliğin nasıl sağlanacağı üzerine odaklanmıştır.
Durkheim tüm çabasını bu yönde harcarken, son kertede dinin kaynağının toplum
olduğu argümanında hareketle dinsellik ve toplumsallık arasında kurduğu aynilik
üzerinden hareket ederek dayanışmada dine yoğun atıflarda bulunmuştur. Aslında
değişim ve ardından dayanışma o dönemde sadece Durkheim’ın değil, hocası Henry
De Saint Simon, Alexis De Tocqueville’in de problemi olarak görünmektedir.
Bugün genelde küresel dünyada özelde
ise bir Müslüman toplum olarak Türkiye’de anomi durumunun yaygınlaştığı
gözlemlenmektedir. Burada birkaç sebebin özellikle zikredilmesi gerekir.
Birincisi, doğrusu 1980’li yıllarla karşılaştırıldığında hızlı bir değişim
hemen göze çarpacaktır. Hatta bu başdöndürücü değişim 2000’lerden sonra daha
barizdir. Öznelliğin yükselişi ile eş zamanlı olarak değerlerin merkeziliğini
hatta kamusallığını yitirmesi ciddi bir değer aşınmasını birlikte getirmiştir.
Bugün bu değer yitimi karşısında
değerler eğitimine yönelik yapılmaya çalışılan yüklemeler, pek karşılık bulmuş
görünmemektedir. Zira bugün toplumda geleneksel inanış ve ilkeler bir meşruiyet
göndergesi olma noktasında zayıflamış görünmektedirler.
İkincisi, postmodern göreliliğin
yayılması ile birlikte, “ne olsa gider” zihniyetinin getirdiği değer aşınmaları
gözlemlenmektedir. Daha önce üzerinde konsensus oluşturulduğu düşünülen
toplumsal değer ve ahlakilikler, yeni durumda konjonktürelliğe ve öznelliğin
ucu açık, sınırsız taleplerine yerlerini bırakmış durumdadırlar.
Yaşanan bu durum toplumda ve
bilhassa genç nesilde özgürlüğün bir yansıması şeklinde algılanabilmektedir.
İnsanların özgürlüklerini kullanabilmeleri elbette önemlidir ve gereklidir.
Fakat bu durum öyle bir noktaya gelmektedir ki, daha önce varolan toplumsal
konsensus noktaları kaybolmaktadır. Bu durumda toplumsal davranış modelleri ve
ahlakilikler hangi uzlaşma zemininde buluşacaktır?
Üçüncüsü, ciddi bir bencillik ve
bunun sonucu olarak kendi üzerine çöküş söz konusudur. İnsanların hepsi
kendilerinin herkesten çok önemli olduğunu düşünmektedirler. Kendine önem
atfetmek bir yere kadar anlamlı ve gerekli olmakla birlikte, son kertede bunun
değer üretmeyen bir bencilliği üretmesi, bugün kamusal yükümlülük kavramını da
anlamsızlaştırmaktadır. İdeal ise kayıp bir kavrama dönüşmektedir.