Toplumların felahı
İnanmak, inanç sahibi olmak doğuştan olan, gerçekliği olan ve insan hayatı için yüksek önemli bir iştir. Bu durum, hangi sosyal grup veya hizipten olmakla alakalı değil doğrudan insanın fıtratı ile alakalıdır. İnsan, ya Hak olana inanır ya da Hak olanın yerine ne koyduysa ona inanır. Ama mutlaka inanır. İnanç olmadan insan asla yaşayamaz. Ben inançsızım diyenler dahi batıl bile olsa o neyse ona inanır.
İnanma ile mutmain
olma durumu ile alakalı Musa Peygamber kıssası ibretlik bir örnektir. Bildirildiğine
göre Musa Peygamber Yüce Allah’tan kendisine görünmesini diliyor. “Şu dağa
yüzümü göstereceğim. O dağ dayanabilirse sana da yüzümü göstereceğim” diye
karşılık alıyor. Nitekim dağ eriyip, parçalanınca Musa Peygamber bayılıyor ve dileğinden
vazgeçiyor. Ve bu olaydan sonra inancının daha kavi olduğunu fark ediyor ve mutmain
olmanın zirvesini yaşıyor.
Burada bilinmesi
gereken durum, Hak olana inanmak durumudur. Zaten inanmak; bir olana inanma ile
başlar. Din gerçekten inanmayı gerektirir. Hak din zaten inanmadan yaşanamaz,
cennet yolu açılamaz. Ama dini tek başına yeterli bir inanma sebebi, unsuru
olarak ele alırsanız varacağınız yer sizi sevindirmeyebilir. Dinin beraberinde
olması gerekenleri de görmelisinizdir.
Meseleye geniş değil dar kalıplardan bakmaya devam
ederseniz Yüce Allah’ın kitabını bile boşa çıkarmış olursunuz. Meseleye geniş
bakmalı, geniş düşünmelisiniz ki inancın ihtiyaç olması, insan gönlünün mutmain
olma, inanmayı kör (!) olarak yapma, inanmış gibi yapma durumları ile bireysel nefs
ve toplumsal nefsi hesaba katmadan inançların kavi olamayacağını, toplumsal
terbiye nizamı kurulamayacağını bilmelisiniz.
Bireysel nefsle
mücadele öyle can sıkılınca değil mutlaka her an yapılması lazım gelen bir mücadeledir.
İnsanın kendi içindeki kargaşa ve zararlı ateşi söndürecek olan nefs
terbiyesidir. Sosyal gruplar ve toplum içindeki kargaşa ve zararlı ateşi de
söndürecek olan nefs terbiyesinden başkası değildir.
Nefsi ile
savaşamayan, onu terbiye etme yoluna girmeyen zaten herkes ile kavga edecektir.
İnsan, herkesle kavga etmeye başlamışsa öncesinde zaten kendi ile kavga ediyordur.
Nefsinizi terbiye etmezseniz bir gün mutlaka ve mutlaka yeni Kabil siz
olacaksınız demektir. Toplumsal nefsinizi boşlar, toplumsal terbiyenizi kavi
yapamazsanız da Kabillerden kurulu bir cinayet ve savaş ordunuz olacak ve
hayatları cehenneme çevireceksiniz demektir. Zaten düne ve bugüne baktığınızda
tüm bozguncu ve kargaşa çıkaranların, nefs terbiyesinden yoksun insanlardan
olduğunu göreceksiniz.
Toplumsal terbiyenin
yerleşmediği yerlerde bir anda toplumun içinden bir grup çıkar ve kendini toplumun
merkezi, en iyi sosyal ve inanç grubu olarak gösterir ve buna kendi adına
inandığından daha fazla inanır. Bir başka grup çıkar ve kendini diğer inanç
gruplarından, diğer sosyal gruplardan (parti, dernek, vakıf, vesaire…) üstün
görür, diğerlerini aşağılık kabul eder.
Böyle bir grup; siyasi,
iktisadi, dini,.. vesaire konularda kendi fikir ve eylemlerinin çok haklı, çok
doğru ve çok makbul,...olduğunu iddia eder. Dolayısıyla diğer grupları
ötekileştirir, yanlışlar ve daha da ileriye giderek onları bazen inanç dışı,
bazen akılsız, bazen de gayrı çağdaş, gerici yobaz ilan eder.
Hâlbuki bir insanı,
bir grubu tanımak, onlarla ilgili kanaat sahibi olabilmek için yıllarca beraber
yaşamak gerekir. Belki de hayatında hiç görmediği, aynı ortamda dahi
bulunmadığı insan ve gruplar hakkında böyle kesin bir yargıda bulunulması
toplumsal nefsi ve toplumsal terbiyeyi tanımlamak için çok iyi bir örnektir.
Böylece insanlar ve sosyal gruplar, birbirini kolayca ötekileştirmekte, bir
başka grubu kendilerine karşı düşman ilan edip hatta ve hatta savaşmaya yönlendirmektedirler.
Toplumsal terbiye
öyle bir dakikada, bir yılda başarılabilecek bir iş değildir. Nefs mücadelesi
ile seneler ister, gayret ister, ter dökmek ister. Bunun için inanmış gibi
yapan inanmamışlara aldanmamayı, kör (!) olarak inanıp sorgulamayanları
ayırabilmeyi, özü sözü bir olmayanları terk etmeyi, aklını kullanmayıp pisliğe
bulaşanları seçebilmeyi başarmadan ve geçmiş hurafelerden, saplantılardan,
ataların yanlış yolundan ve kötü zandan sakınılmadan inanma gerçekleşmez, doğru
yolda olunmaz.
Dolayısıyla inanç, yerli yerinde olmadan toplumsal
terbiye de yerli yerinde olmaz. Toplumsal terbiye yerinde olmadan orada kargaşa
da eksik olmaz. Böyle toplumlara da felah asla ulaşmaz.