Toplum ve Şair
Şair Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu vefat etti. Kimin umurunda, kimin haberi var? Basınımızda şu ana kadar tek satır haber görmedim. Radyolar dinleyicilerine, televizyonlar seyircilerine duyurmadı. Hayattayken unutulmuş bir değerimizdi. Oysa Aruz'u Türkiye'de en iyi bilen ve uygulayan büyük şairimizdi. Doktordu ve mesleğini uzun yıllar Gemlik'te yapmıştı. Geçen yıl Edirne'de rahatsızlanmış ve hastaneye kaldırılmıştı. Birkaç gün önce de İstanbul'da vefat ettiğini, Şakirin Camii'nden cenazesinin kaldırıldığını sonra Gemlik Şehir Mezarlığı'nda defnedildiğini duydum. Doğrusu facebook'ta bir arkadaşım paylaşmasaydı benim de haberim olmayacaktı. Ne diyelim? Bazen toplum olarak da o kadar gaflete dalıyor ve asıl meselelerimizi unutuyoruz ki! Tercüme ettiği Mesnevi'nin ilk beyti şöyle başlar: "Dinle Ney'den duy neler söyler sana, / Derdi vardır ayrılıklardan yana" Ve o bölüm şöyle biter: "Anlamaz olgun adamdan, ham adam / Söz hem az hem öz gerektir vesselam."
Adı Gemlik'le özdeşmişti. Uzun yıllar Ahmet Dural Meydanı'nda özel doktor olarak Gemliklilere hizmet etti. Ve günün birinde İstanbul'da gözlerini yumdu. 1929 Malatya doğumluydu. İlk ve orta tahsilini bu şehrimizde yapmış. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni 1949 yılında bitirmişti. Gemlik Sosyal Sigortalar Kurumu Ve Azot Sanayii'nde kurum hekimliği yapmış, 2000 yılında emekli olmuştu.
O, günümüzün en usta aruz şairlerinden biriydi. Ama hece ile de çok güzel şiirleri var. 1946 yılından itibaren şiirlerini Yedigün, Hergün, Büyük Doğu, Çınaraltı, Türk Yurdu, Türk Dili, Yelken, Türk Edebiyatı, Diriliş, Hisar, Milli Kültür dergilerinde yayınladı. 1965 yılında Yeni İstiklal ve Milli Gazete'de 'Mayın Tarlası' ve 'Isırgan Çiçekleri' başlıkları altında hicivleri çıktı. Diriliş dergisinde şiirlerinin yanında biyografik yazılar da yazdı. İlk şiir kitabı Sessiz Gürültü 1962 yılında neşredilmişti. Dinu00ee ve Ahlaku00ee Şiirler isimli antolojisi ise 1963 yılında şiirseverlere ulaştı. Naatlar'ı 1966'da neşredildi. Mesnevi Tercümesi ise 1972 yılında kültür hayatımıza kazandırıldı. Mesnevi'nin birinci cildini şiirleştiren şairimizin bu eserinde 2112 beyit bulunuyor.
Faruk Kadri Timurtaş, Ahmet Kabaklı, İhsan Işık ve Muhsin Macit şiirinden övgüyle bahsetmişti. Şair, şiirlerini büyük ölçüde aruzla, az bir kısmını da hece ile yazdı. Ama o serbest anlayışa karşıydı, esasında serbestle şiir yazılamayacağı kanaatindeydi. Ona göre şiirin lirizmi, ahengi, derinliği aruz ve hece ile verilebilir. Bu anlayışını "Şiir Sanatı"nda da şöyle dile getirir: "Dayanır mı ölçüye her ozan / Biner ölçü sırtına yük gibi / Bileğimde bir bilezik aruz / Hece parmağımda yüzük gibi"
Hacıtahiroğlu, metafiziğin peşine düşen seyyahlarımızdandı. O iyiyi, güzeli ve doğruyu gözönündeki tepenin ardında Kafdağı'nda arardı. "Arayış" şiirinde bunu hissederiz: "Kof kabuk çok, öz bulunmaz / Kor kül olmuş, köz bulunmaz / Anlayış kıtlaştı gitti / Boş bakışsız göz bulunmaz / Her sözüm bir öz buluştur / Bende beylik söz bulunmaz / Bön kalır Cingöz Recai / Sezgiden cingöz bulunmaz / Güçlüğün son bulmaz ey şi'r / Bulmacan çöz çöz bulunmaz"
Hazan mevsimi şairlerin yüreğinde çiçek açtırır her zaman. Bir hüzün kasırgası kaplar bütün benliklerini. Hele Eylül ayı, o melalin en çok hissedildiği bir özge mevsimdir. "Eylül Ezgisi"nde şairimizin aya bakışı, insanın ruhuna dokunacak kertede ince ve liriktir: "Ak nergis açtıran bayır, gül de açtırır / Göz görmedik çiçekleri eylülde açtırır / Dal dal eğildi secdeye salkım söğüt bugün / Yalvarmak üzre Tanrı'ya seccade açtırır"
Şiir esrarlı keşif yolculuğudur. En büyük sanatkara sığınıştır. "İlk Yaz Coşkunluğu"nda şairimizin kainata gönül gözüyle bakarız: "Ova seslendi çiçek ordusu dağ dağ yürüdü / Tarlalar dikti gelinciklerin al bayrağını /
Bu kısır çağda duyar mıydı bu tür şi'ri kulak / Kalemim bulmasa şi'rin kurumaz kaynağını"
Sessiz Gürültü'yüokurken bir yerde u00c2kif'in coşkusunu buluruz, bir yerde Yahya Kemal'in ihtişamını. Bazen Necip Fazıl'ın derinliğini yakalarız mısra aralarında bazen de Ahmet Haşim'in titizliğini. Ama bütünüyle bu şiirde bizim sesimiz yankılanır. Cevherin mücevhere nasıl dönüştüğünü fark ederiz. Şairin şiirlerinde tabiat tablo gibi önümüze açılır. Gözümüzün gördükleri, kalbimizin hissettikleriyle tefekkür umanına dalar, çıkarız. İşte "Bambaşka" şiiri bizi o ufuklara kanatlandıran şiirlerden biri: "Her masal bir gece davetli bize, / Bir kucaktır bize her gün bu yamaç / Durmadan kök salıyor sevgimize / Dalı gök meyvesi yıldız bir ağaç" Şiirimizde tarz-ı kadimi modernleştiren üstün sanatkardı: "Bir gün bu ömür son yaşa davet edilir, / Yıllar dikilen bir taşa davet edilir... / Durgun görünen sular akar bozbulanık; / Varlık sona, yokluk başa davet edilir."
Ne yazık ki şiire ilgi duyanların ve şiir yazanların bile çoğunun tanımadığı seçkin bir isimdi. Edebiyat semamızın uzak fakat ışığı güçlü yıldızıydı. Birkaç yıl önce adına bir saygı programı yapmak istemiştik, kısmet olmadı. Onun tanınmaya ihtiyacı yoktu, ama bizim toplum olarak onun hislerine, bilgisine, birikimine ve şevkine ihtiyacımız vardı. Son dönemlerini İstanbul'da bir huzurevinde geçirmişti. "Bütün acılarım gelip geçici / Bütün umutların güneşi bende / Ortadan ikiye böldük sevinci / Bir eşi sendedir, bir eşi bende." diyordu. Aziz şairimize Allah'tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Ruhu şad, kabri nur, makamı ali, mekanı cennet olsun.