Dolar (USD)
35.07
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2957.58
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Eylül 2023

Toplum kısa devre yapıyor

Frederic Gros, “İtaat Etmemek” adlı kitabında şöyle bir cümle kuruyor; “Hayat, banka borçları ödendikten sonra geriye kalan çok az bir miktar anlamına geliyor.”

Öyle bir ekonomik düzen inşa edilmiş ki matematiksel olarak ömrünüzü nasıl ve ne şekilde geçireceğiniz hemen hemen hesaplanmış durumda.

Düşünün, henüz 6-7 yaşlarında zorla devlet okullarına alınan bireyler, yaşamları boyunca hayatta kalacak şekilde belirlenmiş bir miktar parayla ve elbette borçla yaşamaya mahkûm ediliyor.

Dolayısıyla bir tarafta yüzde 99’u borç ve sefalet içerisinde sürünen yoksullar diğer yanda servetlerinin ağırlığı altında ölümüne semirmiş elit para babaları… Kurulan düzen böyle bir şey.

Hal böyle olunca bu adaletsiz ve zorba yaşamın bir teselli ikramiyesi olan “fakirlik gururu” artık “agresif bir utanca” bıraktı.

Orta sınıfın da yok olduğu böyle bir zamanda nefessiz kalan toplum, arada kısa devre yaparak öfkesini küçük suçlar işleyerek pay etmeye başlıyor.

Medya patronları, siyasetçiler, holding sahipleri, markalar, büyük para babaları ve dünyaya nizam vermeye kalkan kurum ve kuruluşlar vs. Ya geriye kalanlar?

İşçiler, emekliler, memurlar, çiftçiler, küçük esnaf, gençler yani sıradan halk kitleleri… İşte ne plan kuruluyorsa bu geriye kalanlar üzerine kuruluyor!

Mesele zenginlerin çoğalması değil asıl mesele; yüz yıldır aynı kesimin zengin kalması geriye kalanların fakir bir şekilde hayatta kalma mücadelesi vermesidir.

İbn Haldun, Mukaddime’sinde “emeğini sadece geçimini sürdürmeye ayırıp geçimi dışında başka bir şeyle uğraşamayacak hale gelen toplumda bilim ve bilgi edinilemeyeceğini” vurgular. Buna elbette özgür yaşama hakkından mahrum edilmeyi de ilave edelim.

Borçlu yaşamların dünyasında düşünce üretimi mi olur? Özgürlük mü olur?

Karnını doyurmak için yaşam mücadelesi veren bir insanın en büyük emeli kredi kartsız alış veriş yapmaktır.

Sonra bu insanlar popüler kültürün beğeni imparatorluğunda yaşam koçların mutluluk aşılayan(!) kitlesel hipnoz ritüellerinde uyuşturulmaya çalışılıyor.

Ve sonra demokrasi hipnozuna maruz bırakılarak, insan-özgür denklemini bozan ve bizlerde bir zihin çarpılmasına yol açan, sözüm ona eşitlikçi bir anlayışın kurbanların haline getiriliyoruz.

Bu durum yazımın başında da ifade ettiğim gibi kurulan düzenin yani pazarın en önemli parçasıdır.

Aristo, demokrasinin kısa sürede demagojiye dönüştüğünden bahsetmiyor muydu? Bugünün kapitalist, küreselci para düzenini hesaplayabilseydi muhtemelen her kavramın zenginleri daha zengin, fakirleri daha fakir kılmak için üretildiğini söyleyecekti.

Yani bir toplumun duygularını çelerek, kendi çıkarlarını yürütme biçimidir eşitlikçilik ve demokrasi…

Eşitlik için emek sarf edilmez ve akla da gerek duyulmaz, gelgelim adalet için durum farklıdır. Adalet için emek gerekir, akla, erdeme, vicdana gerek vardır.

İnsanın, insan olabilmesinin, adil bir dünyada insana yaraşır bir şekilde yaşamak gibi en temel hakkına kavuşabilmesinin tüm yolları tıkanıyor.

Yaratılan her birey için belirlenen o saçma kalıbın dışına çıkmanın yollarını aramalıyız. İnsan olarak varlığımızın hiç hesaba katılmadığı bu kapitalist, küreselci düzene karşı artık uyanmalıyız. Neden hep aynılarımız fakir ve diğerleri zengin olarak kalıyor?

Sanırım bizim asıl sorunumuz, tepkisizlik ve rıza gösterme.

Bunca saçma ve adaletsiz bir dünyada kollarımız bağlı, gözlerimiz kapalı, hissiz, uyuşuk ve zayıf kalmayı tercih edişimizin bir nedeni olmalı!

Kavramları birer hap gibi yutuyoruz, eğitim sistemlerine gönülden bağlıyız ve bize ayrılan bir miktar yaşamdan son derece mutluyuz ya da öyle olmaya çalışıyoruz.

Son sözü Primo Levi’ye bırakacağım; ”Evet, canavar diye bir şey var. Ama sayıları gerçekten tehlike arz etmek için oldukça az. Esas tehlikeli olanlar sıradan insanlar. Hiç tartışmadan itaat etmeye ve inanmaya hazır memur zihniyetli insanlar…”