Topluluklar, meslekler, devletler
İnsanlar niye topluluklar halinde yaşar? Çünkü insan olmanın yolu başkasından geçer. Bu, toplu halde yaşamın, ötekine saygıyla mümkün olduğunu gösterir. Öteki kimdir? Bizim dışımızdaki herkes. Akrabalarımız dışındaki insanlar, komşularımızdan geriye kalanlar, tanımadığımız ama bir şekilde onlarla yaşadığımız, varlığımızın bir kısmını kendilerine borçlu olduğumuz kimseler. Mesleğimizin dışında kalan işleri icra edenler. Doktorsak mühendisler, öğretmenler, zanaatkarlar; işçiysek işverenler, zenginler, fabrika sahipleri; çiftçiysek tüccarlar, tüketiciler, şehirliler; entelektüelsek kitleler, okumamışlar, güncel yaşamını küçük zevklerden kotararak sürdürmeye çalışanlar… Ve elbette hastalandığımız ve kendimize şifa veremeyeceğimiz; evimizi tek başına ve muhkem inşa edemeyeceğimiz; toprağı tek başımıza ekip biçemeyeceğimiz, adaleti yalnız başına tesis edemeyeceğimiz; bilgiyi, kültürü, medeniyeti tek kişi olarak yeşertemeyeceğimiz için topluluklar halinde yaşıyoruz. Mesleklerin bize verdiği mesaj açıktır: Meslekler toplulukların can damarıdır. Birinden ötekine kan taşıyarak her uzvun varlığını sürdürmesini sağlayan en üretken organizasyon biçimleridir. Toplulukların meslekler dışında sürdürülebilmesi mümkün değildir; her meslek gerekli, her meslek özel ve her meslek ihtiyaçtır.
Topluluklar neden devlet kurar? Çünkü devlet; topluluğu oluşturan parçaları birleştirir, her bir organı yerli yerine yerleştirir ve ondan bir organizma yaratır. Devlet birbiriyle habersiz, birbirine düşman, birbirine mesafeli, birbirinden kopuk olan parçaları dahice birleştirmenin, oradan harika bir resim elde etmenin sanatıdır. Her birey bir topluluğa sahip olduğu halde her topluluğun bir devlete sahip olmaması da oradaki sanatın kudretine işaret eder. Peki devlet insana ne kazandırır? Onun güncel yaşamını düzenler, ayrıksı taraflarını alır, aşırılıklarını budar, ehlileştirir, hayatını kolaylaştırır. İdeal devlet; düzeni sağlar ama düzleştirmez, şekil verir ama mayasını bozmaz, kolaylaştırır ama zorlaştırmaz, yakınlaştırır ama uzaklaştırmaz, sevdirir ama nefret ettirmez. Bütün bu halleriyle devlet eksiklerini gidermenin karşılığında insanın yaratıcılığını ve özgürlüğünü elinden alır. Bundan ötürü devlet birey karşısında eril bir pozisyon alır ve bütün evlilik sözleşmelerinde olduğu gibi bireye sınırlılıklar çizer. Bireyin hayatını tehditlerden koruma, belli bir standartta götürme ve mümkün mertebe tesadüflerden uzak tutma karşılığında ondan itaat etmesini, kendine hürmet göstermesini ve bazen de kendini feda etmesini bekler. Otoriter rejimlerden en liberaline kadar dozajı değişmekle birlikte her devlet organizasyonunda ipler devletin elinde ve bireyin boynundadır. Bu bazen peşinden sürüklemeyi ve yön belirlemeyi, bazen boğazını sıkmayı ve nefesini keserek kendine daha da mahkum etmeyi, bazen de ip yokmuşçasına görünmezlik bağıyla bağlı olmayı gerektirir ki her rejimin ip kalitesi onun vatandaşlarının boynunu biçimlendirir, boyun anatomisini belirler. Bir devletten ötekine yaşam kalitesini belirleyen şey, boyundaki ip ve onun çizgileridir ki bu da kaçınılmaz biçimde birey ile devlet arasındaki sözleşmeye dayanan hukuktur. Hukuk gevşedikçe ip kalınlaşır, hukuk buharlaştıkça ip sertleşir, hukuk tamamen yok olunca da ip gırtlağı keser atar. Topluluk üyeleri, meslekler, hiyerarşiler ve sosyal yapıya özgü bütün dinamikler hukuk ipi sayesinde ayakta kalır, varlığını devam ettirir veya tersine, biri ötekinin tepesine çıkarak profesyoneller arasındaki kavganın fişeğini ateşler. Böylece iktidar kavgası sadece bireyler, topluluklar, cemaatler arasında değil profesyonellerin oluşturduğu meslekler arasında da cereyan eder ki devletin dini olarak hukuk burada varlığını hissettirmezse düzen kaosa evrilir.
Bütün kutsamalar bir tarafa, devlet kaba haliyle bir çıkar organizasyonudur. Bu organizasyonda her paydaş kendine ait olanı alma uğraşı verir. İktidar mücadeleleri aynı zamanda sermayeden pay alma anlamına gelmiyor olsaydı bütün muktedirler adil davranır, bütün vatandaşlar mutlu olur, bütün iktidarlar da varlıklarını sonsuza kadar sürdürebilirdi. Ancak ne yazık ki geçmişte ve şimdi, burada ve orada, içeride ve dışarıda hiçbir güç kavgası gücün adil dağıtımına dair değildir. Görünür veya gizil, belirlenmiş veya sonradan zuhur etmiş biçimiyle iktidar her zaman yanına gücü kullanmanın peyi olarak pay alma psikolojisini iliştirir, sonuna kadar kullanır. Kendisi bir tarafa, devlet; toplumu oluşturan sekter yapılar ve bu yapılar arasında belli meslek gruplarını diğerlerine tercih ederse karmaşa kaosa, kaos çatışmaya, çatışma önü alınmaz bir dağılmaya yol açar ki devletin buradaki misyonu eşit işe eşit ücret ve hürmet olmalıdır. Çok çalışana az, az çalışana çok; hiç çalışmayana bolca, hep çalışana kıtça bir dağıtım yapıldığında devlete olan güven azalır, o güvensizlik hakkı verilmeyende huzursuzluk yaratır ve o huzursuzluk iktidara yönelik öfkeyi kabartır, kabaran öfkeyi yatıştırmak için ip kalınlaşır, boğazı sıkılan vatandaş can havliyle telafisi mümkün olmayacak işlere yönelir.
Hiçbir devlet vatandaşlarının boğazındaki ipi çözmez. Ama iyi devletler o ipi inceltir, görünmezleştirir, hatta unutturarak ona özgürmüş hissi verir. Kaostan medet uman, polarizasyonu kışkırtan, meslekleri birbirine karşı konumlandıran, hatta hasım hale getiren; doktoru topluma, toplumu hakime, hakimi sisteme mahkum kılan, söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmayan, halkına tepeden bakan ve onu köle gibi gören devletler ise kötü devletlerdir. Kaldı ki ip, hele hukuk ipi boğaz sıkmak için değil, bağ kurmak içindir. Hukuk bağı boğaz bağına, devlet bağı boyun ipine dönerse vatandaş yönünü başka tarafa çevirir. Dolanacak boyun kalmadıktan sonra ip ne işe yarar ki?