Bir
dostum market alışverişinde beni görmüştü.Çocuğu üniversite giriş sınavında
güzel bir puan almıştı. Ona tarih bölümü yazmak istiyordu. Sadece bir
üniversite değil birçok üniversitenin tarih bölümünü yazmak istiyordu. Bilinçli
biriydi bu dostumuz. Muhtemelen çocuğu ile beraber bunu konuşmuş. “Hocam tarihe
meraklı bir çocuk” demişti. Yani bu
dostum çocuğu belli ki gelenekten ilham almış. Bir hocası ona tarih dersini
sevdirmiş. Ve veli de çocuğun bu hayalini gerçekleştirmek, merakını gidermek
için çaba harcıyor. Benim de hayırlı olsun demekten başka söyleyecek sözüm
kalmamıştı.
Bugünlerde
üniversite sınavı sonrası yerleşme günleri. Aileler öğrencilerden daha tedirgin,
daha kaygılı. Tabii herkes bu markette karşılaştığım dostum gibi iyi niyetli
değil, daha doğrusu şuurlu değil. Bazen
eğitimci olmanız başınıza bela almanız anlamına da gelebiliyor. Beni arayıp
soran, yolda çeviren velilerle ilgilenmek güzel bir şey fakat bu meslek
seçiminde üniversiteye yerleşme konusunda onlara okullarda rehberlik hocaları
ile görüşmenin daha faydalı olacağını söylediğimizde çoğu zaman kızıyorlar,
küsüyorlar.Ve şunu diyorlar.
"Hocam
bizi istatistiklerle baş başa bırakma"
Veliler
zannediyor ki bütün hocaların elinde sihirli bir değnek var. Bu sihirli
değneğin meslek seçiminde de üniversiteye yerleşmede de sözkonusu olduğunu
düşünüyorlar. Halbuki okullardaki rehberlik hocaları bu alanda kendilerini
yetiştirmiş ve onların sahip olduğu istatistiki bilgiler, öğrencilerin gelecek
yaşamında daha etkin olabilecek ölçüdedir. Onların elindeki toplama çıkarma
tablosu matematik öğretmeninin toplama çıkarmasından daha farklıdır. Bu sefer
somut olarak topluyorlar somut olarak çıkarıyorlar.
Çoğu
zaman anne ve babaların gönlü kalmasın diye bazen kendi oluşturduğum bir
toplama çıkarma tablosunu onlarla paylaşıyorum. Toplama çıkarma yetmediği zaman
çarpma tablosuna da müracaat ediyorum. Niye bunu yapıyorum. Çünkü velilerin
ekseriyeti benim vereceğim cevap değil de onların istediği cevabı istiyorlardı.
Onlara daha önce iki kere ikinin dört
ettiğini söylediğimde kızmışlardı da bu
sefer temkinli davranıyorum. Ve diyorum
ki;
“İki
kere ikinin kaç etmesini istersiniz?”
Geçtiğimiz
yıllarda yine bir üniversitelere yerleştirme
vaktiydi. Bir dostum beni yolda çevirmişti. Çocuğuma hangi bölümü yazayım,
demişti. Bu dostuma çocuğunun aldığı
puanları sormuş, alınan puana göre bir bölüm ismi söylemiştim. Aradan epeyce
bir zaman geçmişti. Beş yıl gibi bir zamandan bahsediyorum. Bu dostumuzla yine
yolda karşılaşmıştık. Bana, çocuğunun üniversite okuduğunu bu bölümü benim ona
seçtirdiğimi ama çocuğunun işsiz kaldığını söylemişti. Önce sitem sonra
kızgınlık ifadeleri karşısında kendimi mahcup hissetmiştim.
“E
hocam sen bu bölümü yaz demiştin de bak çocuğum boşta geziyor.
Hay
da buyur burdan yak. Ne alaka beyefendi. Sanki yazma dediğim bölümde okuyasaydı,
iş mi bulacaktı? Hem öğrencinin o bölüme puanı yetmiyordu hem de yüksek puanlı
bölümler istiyordu. İşin, kârın, bir meslek edinmenin kader kısmet boyutunu bu
dostumuz göz ardı etmişti.
Bu
dostumuzun elinden gelseydi belki kavga da edebilirdi bizimle. Ama nihayetinde
bir dostluğumuz vardı, bir hukukumuz vardı. Şükür ki taşkınlık yapmadan oradan
ayrılmıştım.
Bu
dostumuzu aslında çok iyi anlıyorum. Okullarda hocalar sınıfa girdiklerinde
karşılarında geleceğin yazarları, çizerleri, oyuncuları, sporcuları, tamircileri,
kaşifleri, mucitleri, müzisyenleri, işletmecileri, modacıları, yazılımcıları,
mühendisleri, öğretmenleri dururken onlar hepsine test çözdürüp tıp
kazandırmaya çalışıyorlar. Bu öğretmenlerin de suçu değil. Artık velilerde bir
algı süreci ve domino etkisi ile karşı karşıyayız. Evinin önünde bir kan
damlasını görüp de bayılan insanları sağlıkçı yapma gibi bir gayretimiz olduğu
sürece sağlıklı bir toplum olma yolunda ilerleyemeyiz demektir.
Bugünlük
toplama çıkarmamız da bu kadar. Kalın sağlıcakla.