Tiyatromuz
İlkokulda okurken seyrettiğimiz ilk piyesler bizi çok etkilerdi. Normal hayatın dışında sahnede gördüğümüz insanlar, bize olağanüstü görünürdü. Öyle ki, sanki o yarı karanlık sahnede ayrı bir dünya vardı ve orada farklı bir hayat yaşanıyordu. Yetişkinlik dönemimizde tiyatro oyunlarını seyrederken artık tiyatronun 'hayatın aynası' olduğunun farkına vardık. Orada anlatılan bizim hikayemiz, bizim maceramızdı. Geçmişte yaşamış olan tarihu00ee şahsiyetler ve elde edilmiş zaferlerle ilgili hazırlanan tiyatro eserleri, üstümüzde derin izler bıraktı. Tarih şuurunu tiyatrodan elde eden insanlarımız oldu.
Türkiye'de tiyatronun garip bir macerası vardır. Tanzimat'tan sonra, Osmanlı'nın son döneminde tuluat, karagöz ve diğer temaşa sanatları halkımızın ilgi gösterdiği seyirlik oyunlardı. Sadece ramazan aylarında değil senenin bütün zamanlarında bu oyunlar seyredildi. Kumpanyalarla Anadolu'ya gidildi, turneler yapıldı. Hakkıyla yapılabilirse tiyatro aslında bir okul, bir mekteptir. Orada anlatılan hikayeler, söylenen sözler, gösterilen tavırlar, kesin duruşlar ve bütün gösteriler insana ibret içindir. Hayattan ders alınmaya yöneliktir.
Cumhuriyet'le birlikte, Batı tiyatrosunun ağırlıklı bir şekilde taklit edildiği görülür. Adapte eserler fazladır. Bizdeki geleneksel tiyatroya, temaşa sanatlarına gösterilen ilgi gerektiği ölçüde değildir, hatta çoğu zaman bu yerli ve millu00ee oyunlara küçümsenerek bakılmıştır. Batı oyunlarının yanında bizimkilerin esamisi okunmaz. Yazılan oyunlar Batı rüzgarı etkisi altındadır. Koca Cumhuriyet devri Türk Tiyatrosu'nda Necip Fazıl, Nezihe Araz, Turan Oflazoğlu, Tarık Buğra ve Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun birkaç eserini saymazsak daha ziyade egemen kültürün ve anlayışın hakim olduğu bir tiyatro anlayışı benimsenmiştir. Repertuar kurullarında da, tiyatro yönetiminde de bunu görür, fark ederiz. Elbette 'ödenekli tiyatro' dediğimiz, yani devletin himayesinde ve desteğinde hayatiyetini devam ettiren Devlet ve Şehir Tiyatroları'nda bu anlayış yürürlükte iken özel tiyatrolarda da durum çok farklı değil. Kozmopolit bir anlayışın ürünleri olan bir çok özel tiyatroda 'yerli ve milli bakış' hiç önemsenmemiştir, hatta aksine küçümsenmiş, dışlanmıştır. İdeolojik yaklaşımın kendisini, ağırlıklı biçimde hissettirdiği bu özel tiyatrolarda zaman zaman 'militan' bir anlayış da gözlemlenmiştir. Neredeyse sahnede iğreti sloganlar atılmış, kitleler ayaklanmaya çağrılmıştır. Bu hal, ideolojik bağnazlığa saplanmış tiyatro esnafının özel tercihidir, ama elbette tasvip edilemez. Yalnız "Halkımız niçin tiyatroya uzak duruyor, salonlar neden boş, biletler az satılıyor." gibi sitemlerde ve serzenişlerde bulunan bazı tiyatrocular bu ilgisizliğin temel sebepleri üzerinde etraflıca durmamışlardır, durmalılar. Bu tür sanatçılarda şöyle bir anlayış hakim olmuştur: "Biz bu işi biliriz, tiyatroyu biz yaparız, halka düşen ise sadece bilet alıp salona girmek, oyunu seyretmek ve bol bol alkışlamak!" Tabii bu köktenci, buyrukçu ve baskıcı bakış karşılığını bulamamıştır. Yıllar yılı tiyatro salonlarının bir kısmı bomboş kalmış veya oyunlar sadece beş on meraklı seyirciye sahnelenir olmuştur.
Son yıllarda tiyatro ve sinema dünyasından bazı ünlü isimler, artık sanatlarıyla değil siyasu00ee duruşları ve sürekli tepki gösteren tavırlarıyla gündeme gelir olmuşlardır. Sanat yapmayan, tiyatro oyunlarında ve sinema filmlerinde oynamayan bu hakikaten 'eskimiş' oyuncular birer siyasu00ee figüre dönüşmüş bulunuyorlar. Unutulduklarını ve gündemden düştüklerini hissettikleri an ya bir mitingde boy gösteriyorlar, ya bir televizyon kanalına katılıp sivri konuşmalar yapıyorlar veya çeşitli platformlarda seslerini itici de olsa yükseltiyorlar. Gezi olaylarında, toplumu birliğe beraberliğe kardeşliğe çağıracağına, insanları tahrik eden, hatta çığırtkanlık yapıp halkı yanlış yönlendiren tiyatrocu müsveddelerini gördük. İyi ki bunlar azınlıktadır ve toplumda artık hiç itibar görmemektedir. 'Yerli ve milli' duruşun sık sık vurgulandığı bu günlerde, tiyatroda bir kan değişimine ihtiyaç var. Artık "Biz yaptık oldu" anlayışının terk edilmesi ve "Acaba milletimiz nasıl oyun istiyor, bizden hangi eserleri bekliyor?" kaygısının tiyatro oyuncularında, yazarlarında ve yönetmelerinde hakim olması gerekiyor.
Türkiye'de ilk 'yerli ve millu00ee' tiyatromuz idealist adımlarla fakat teknik imkansızlıklarla yürümüştür. Bu sanatı bize ait kılmak için uğraşanların başında Üstün İnanç büyüğümüz gelmiştir. Bir zamanlar başında bulunduğu Gösteri Sanatları Merkezi'nde onlarca iyi tiyatrocu ve sinemacı yetiştirmiştir. Abdullah Kars Anadolu'yu karış karış dolaşarak millu00ee oyunları sahnelemiş ve kitleleri heyecanlandırmıştır. Hemen ardından Hasan Nail Canat bu sanata gönül ve ömür vermiştir. Tabii tiyatroda bizden oyunlarda çalışan, onlara emek veren, eser yazan, oyunları sahneye koyanların hepsini anmak zor. Sadece isimleri bile bile, ayrı yazı konusunu teşkil eder. Bugünkü güzel gelişmeleri biz onlara borçluyuz. Zira onların o ilk hevesleri, gayretleri, heyecanları olmasaydı, belki de bugün tiyatroda yeni açılım ve ufuklardan söz etmek mümkün olmayacaktı.
Sanatın bütün dallarında yaptığı çalışmalar, düzenlediği faaliyetlerle gündem oluşturan Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER), bu hafta bir tiyatro dergisini ele alıyor. Timaş Kitapkahve'de düzenlenen Babıali Sohbetleri'nde 10 Aralık Perşembe günü Kulis Tiyatro dergisi konuşulacak. Gülcan Tezcan'ın yöneteceği toplantıda Ayşe Şahinboy Doğan, Osman Doğan, Aysel Yaşa, Yeşim Tonbaz Güler, Aysun Ellidokuzoğlu ve Kayhan Binnetoğlu konuşacak. Bir yaşını dolduran 'yeni, yerli ve milli' dergimiz Kulis Tiyatro'ya uzun ömür dilerim. Bahtı ve yolu açık, okuyucu ve takipçileri bol olsun.